Sanatçılar, gazeteciler, kadınlar susmayacak!

#sedefkabaş #sezenaksu

BASIN AÇIKLAMASI

Sanatçılara, gazetecilere gözdağı verip, korku iklimi yaratmaya devam eden Saray son olarak iki kadını hedefine aldı. 

Gerçekleri söylemekten bir an bile tereddüt etmeyen biri sanatçı diğeri gazeteci bu iki kadın tehdit ve cezalarla susturulmaya çalışılıyor. 

SARAYIN ŞARKI SÖZÜ VE ATASÖZÜ KORKUSU

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir şarkı sözünden rahatsız oldu ve Türkiye’nin en önemli yorumcularından ve bestecilerinden Sezen Aksu için ”O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” dedi. Hemen ardından ise Saray bu kez de bir atasözünden hiç hoşlanmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldığı iddiasıyla ekranda söylediği Çerkes atasözü dolayısıyla gazeteci Sedef Kabaş tutuklandı.

BİRER BİRER ESİR ALINIYORLAR

Sanatçılar, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler, insan hakları savunucuları, aydınlar…

Basın ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alındığı Türkiye’de baskı ve korkuyu artırmak için birer birer esir alınıyorlar. Saray insan hakları, demokrasi ve özgürlükler için karşı duran, ayak direyen kim varsa yıllardır birer dört duvar ardına kapatıyor, muhalif sesi sindirmek istiyor. Sanıyorlar ki böylece gerçekler gizlenir…

Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatlarını karanlık teslim alamayacak. 

Kadınlar ise aydınlık ve karanlığın savaşında mücadeleyi en önde sürdürmeye devam edecek. 

Şarkı sözlerinden, atasözlerinden, şiirden, kitaptan korkanlara Avrupa’dan bir kez de biz hatırlatalım:

Bağımsız, özgür, laik, çağdaş ve aydınlık bir Türkiye için gazeteciler, sanatçılar, kadınlar, bu halk susmayacak!

ATGB Yönetim Kurulu

ATGB’den sanal okuma akşamı: Ali Çarman ile 60. yılında göç

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) göçün 60’ıncı yılı etkinlikleri çerçevesinde “Valizler Dolusu Umut” kitabının yazarı ve aynı zamanda ATGB üyesi olan Ali Çarman ile sanal bir okuma akşamı gerçekleştirdi.

“Valizler Dolusu Umut” kitabının yazarı Ali Çarman ile göç konulu kitap söyleşisnde gazeteci yazar Ali Çarman “göçmenlerin zorlu dünyasını” anlattı.

Çarman uzun yıllar Türkiye’den Almanya’ya emek göçü üzerine araştırmalar yaptı ve bu göçle ilgili resimleri, mektupları, resmi evrakları her türlü belgeyi titizlikle topladı. İlk gelenlerle söyleşiler gerçekleştirdi.

Çoğunlukla Evrensel, Yeni Hayat, Merhaba Bilim ve Gelecek ve Yeni Posta olmak üzere gazetelerde okuyucularıyla paylaştı. Almanya’nın birçok şehrinde göç konulu sergiler açtı, bize ait olanların belleklerde tekrar canlanmasını sağladı. Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) II. Başkanı Attila Azrak’ın sunuculuğunu yaptığı sohbete Zoom üzerinden ve Facebook’ta ATGB üyeleri ve ilgilenenler katıldı.

ATGB – STUTTGART

Avrupa’ya göç eden gazeteciler: Gelenlerin buradakilerle ilişkisi zayıf

Göç eden gazetecilerin Avrupa’daki Türkiye kökenli gazetecilerle ilişkilerinin zayıf olduğuna işaret edildi. ATGB toplantısında Türkiye’deki gibi Avrupa’da da popüler olmayan gazetecilerin ayakta kalabilmek için daha çok mücadele etmesi gerektiği vurgulandı. 

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) dijital olarak gerçekleştirilen “Dünden Bugüne Avrupa’daki Türkçe Medya  I. Dijital Sempozyumu”nun son bölümünde “Türkiye’den Avrupa’ya yerleşen gazetecilerin durumu” tartışıldı. 

ATGB Belçika Temsilcisi Fikret Aydemir’in (Brüksel) yönettiği ve Birliğin YouTube kanalında gerçekleşen dijital toplantıya, Yaşanacak Dünya’dan Ayşe Eğilmez (Stuttgart), Sol Haber’den ATGB İrlanda Temsilcisi Çağdaş Gökbel (Dublin), Diem–Gündem Avrupa’dan Rachel Hebun Aden (Stuttgart) ve gazeteci-yazar ATGB kurucu üyesi Osman Çutsay (Frankfurt) konuşmacı olarak katıldı. 

Avrupa’ya geliş öykülerini de anlatan gazeteciler Türkiye’de bazı kırmızı çizgilere dokunulduğunda cezalandırılmayı, işten çıkarılmayı, cezaevine atılmayı, saldırılmayı da göze almak zorunda kalındığına, ezilenlerin sorunlarına ise ana akım medyada yer verilmediğine işaret ettiler. Göç eden gazetecilerin Avrupa’daki Türkiye kökenli gazetecilerle ilişkilerinin zayıf olduğunu, Avrupa’daki Türkiye kökenli gazetecilerin birlikte hareket etmesi gerektiğini belirten gazeteciler, ancak önce ilkesel olarak kimlerle birlikte yürüneceği konusunun net bir şekilde ortaya konulmasını isteriler. 

Gazeteciler, Türkiye’deki gibi Avrupa’da da popüler olmayan gazetecilerin ayakta kalabilmek için daha çok mücadele etmesi gerektiğine işaret ettiler. Facebook’tan canlı yayınlanan sempozyumda öne çıkanlar şöyle:

“GAZETECİLİK HİÇBİR ZAMAN ÖLMEZ”

Yaşanacak Dünya – Ayşe Eğilmez

Türkiye’de yaklaşık 20 basın davam vardı ve bu yüzden 15 yıl önce Almanya’ya gelmek zorunda kaldım. 5,5 yıllık cezaevi sürecim var. Sağlık sorunlarımdan dolayı bırakıldım. Sonra yeniden tutuklama kararı çıkınca yurtdışına çıktım. Boğaziçi mezunuyum. Alman demokrat kurumlarını takip etmeye çalıştım. Üniversitede okurken 1992 ve 94’te Alınteri’nin sahibi ve yazıişleri müdürüydüm. Savcılar gazeteyi gözümüzün önünde satır satır çize çize suçlamaları hazırlıyorlardı. O dönemde de öğrenci hareketi güçlüydü. Türkiye’de bir mücadele geleneği var. 

Basın konseyinin “Bunlar gazeteci değil” dediği, parasız çalışan gazeteciler vardı. Üstüne para verip çalışıyorduk. Şimdi yeniden ona benzer şeyler yaşanıyor. Türkiye’de her zaman bir direniş geleneği oldu. İşsizler ordusuna katılan ve direnen gazeteciler var ülkemizde, hiçbir zaman gazetecilik ölmez. 

Bazı kırmızı çizgilere dokunduğunda cezalandırılmayı, işten çıkarılmayı,  cezaevine atılmayı, saldırılmayı da göze almak zorunda kalıyorsunuz. Ezilenlerin sorunlarına hiçbir zaman ana akım medyada yer verilmedi. Verdi’nin publik yayınında yazdım. Alınteri, Yaşanacak Dünya’ya daha çok yazdım. 

“HALKLA İLETİŞİM İÇİNDE OLMALIYIZ”

Ezik bir psikoloji değil de buranın yerli halkı ile birlikte iletişim içinde olmak için dili iyi öğrenmek gerekiyor. Demokratik kurumlarıyla birlikte çalışıyoruz. Kendi içimize kapalı kalamayız. Sendikada çalışmak gerek. Cezaevindeki gazetecilerle dayanıştık, stant açtık, mektup gönderdik. 

Burada kendimi yabancı hissetmiyorum. 

“ALMANYA’DA DA GAZETECİLER İŞTEN ÇIKARILIYOR”

Almanya’da da gazeteciler işten çıkarılıyor. Kadrolu gazeteciler az. Serbest çalışan gazeteci çoğaldı. Bu da sendikanın gücünü kırıyor. Kendisi gerileyen süreç içindeyken göçmen gazetecilere de yeterince sahip çıkamıyor. Türkiye hakkında habercilik yaparken yüzümüzü esasında buraya dönmeliyiz. İnsanlarımız burada yerleşik, gelecekleri burada. İnsanımıza bilgi vermemiz gerekiyor. Buradaki insanımızı bilgilendirmek ve ihtiyaçlarına cevap vermemiz gerekiyor. Hâlâ yaşadıkları ülkenin dilini bilmiyorlar, buralarda devreye girmemiz gerekiyor. Gelecekte çokdilli gazeteler yayınlar olabilir. 

“YA KAMUNUN YA DA SERMAYENİN GÖZCÜSÜ OLACAKSINIZ”

Sol Haber – ATGB İrlanda Temsilcisi Çağdaş Gökbel

İlk olarak Antalya’da yerel basında çalışmaya başladım. Kitaplarla ilişkilerim bu mesleği seçmeme neden oldu. Akademik olarak da elimden geleni yapmaya çalıştım. Sermayenin ve toplumun biçtiği bir rol var. Ya kamunun ya da sermayenin gözcüsü olacaksınız. Bu noktada gri bir alan olduğunu düşünmüyorum. Bu bağlamda da göç olgusunu ele alabileceğimizi düşünüyorum. Tayfun Talipoğlu ile Gezi olaylarını yıldönümünü konuşuyorduk. Güneydoğu Anadolu’da basında yer almasa da çok korkunç şeyler yaşandı içsavaş yaşandı. Toplarla tüfeklerle tanklarla girdiler. Ankara katliamında arkadaşımı kaybettim. Çok sevdiğim insanlarla cezaevinde röportaj yapmak beni çok üzüyordu ama güçlendirdi.  

“İRLANDA’DA SENDİKA DESTEK VERMEDİ”

Karanlıkta kalan şeyleri araştırmaya çalışırım. Kürt halkının sorunlarına ne kadar eğiliniyor ne kadar yazılıp çiziliyor? İrlanda’da bir sene sürdü sendikaya üye olmam. Üye olduktan sonra desteklere açığım sandım. Sendika bugün bana “hukuki destek veremeyiz” diyor. Sendikanın ilgi alanına girmiyormuş. Basın sendikası bunu nasıl söyleyebilir, hâlâ anlamış değilim. Adalet Bakanlığı’na kadar ulaştım. İrlanda’nın en kritik sürecini Türkçeye çevirdim ve gazetelerde yayınladım. İrlanda’da bir yerel gazeteye röportaj verdim, sosyal medyada linç edildim. İrlanda’nın kuruluş kodlarını yeniden hatırlattığım için gazete bana teşekkür etti. Ben buraya geldim vites attım. Kaçtı laflarını ise kabul etmiyorum. Evlerinden atılanların hikâyelerini yazıyorum. Şu anda Türkçe, ileride İngilizce de yazacağım. 

“IRKÇILARLA,  İSLAMCILARLA ÇALIŞMAM”

İlkesel olarak kimlerle birlikte yürümeyeceğimizi net bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Irkçılarla, İslamcılarla, Fethullahçıyla çalışmam. Gazetecilerin işi acı çeken insanların meselelerini kamuoyuna taşımaktır. Gazeteciler arasında kast var. Tutuklanan bazı gazeteciler cayır cayır konuşuluyor, mazlum gazeteciler hiç konuşulmuyor. Bu beni çok tedirgin ediyor. Demek ki, popüler değilsem maddi tarafım belli bir düzeyde değilse kamuoyuna anlatılamayacağım.  

“DAYANIŞMA AĞI ŞART”

Bizim bir dayanışma ağı kurmamız çok önemli. 

Burada da aynı şey oluyor. Ben buraya geldiğimde benimle iletişime geçmelerini bırak, ben onlarla iletişime geçmek için neler yaşadım. Sendikayla, siyasi partiler benden kaçabildiğince kaçtılar. Yıldırmak ve iletişim ağından kurtulmak için. 

“ADIMI KENDİM KOYDUM”

Diem – Gündem Avrupa Rachel Hebun Aden

Bu ismi kendime koymak yıllarımı aldım. Trans kadın olarak aranızdayım. Biz göç eden gazeteciler için çok önemli bir buluşma. 2017 anayasa referandumunda sonra Türkiye’den ayrıldım. Yenilgiyi kabul ederek 2017’de Almanya’ya mülteci olarak yerleştim. Kısa bir süre içinde de oturumumu aldım. Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan yüzlerce gazeteciden biriyim.

“KENDİMİ GEZİ KUŞAĞI OLARAK TANIMLIYORUM”

Kendimi Gezi kuşağı olarak tanımlıyorum. Barışın, eşitliğin, özgürlüğün, demokrasinin yerleşmesini istediğimiz gerçekliği üzerinden konuşmak istiyorum. Türkiye’de adalet, hukukun üstünlüğü gibi değerler adeta ayaklar altına alındı. 2015 seçimlerinden sonra AKP iktidarını kaybetmemek için neleri göze alacağını, sınırını görmeye başladık. 

Ben de gazeteci olarak görev yaparken Suruç katliamından yaralı kurtuldum. Fotoğraflarını çektiğim insanların gözlerimin önünde paramparça olması bende travma yarattı. “Hiçbir düş yarım kalmayacak” adlı bir kitap yazdım. Yalanlar üzerinden beslenen iktidarı, yanlış bir anlayışla sunulmaması için yazdım.

“REFERANDUM SONRASI ALMANYA’YA YERLEŞTİM” 

2016’daki anayasa referandumundan sonra da ayrıldım. Türkiye bugün basın ve ifade özgülüğü ve hukukun üstünlüğü insan hakları konusunda sınıfta kalmış durumda. İnsanlar açlık ve korku içinde yaşamaya çalışıyor. Türkiye’de yüzlerce gazeteci cezaevinde, sayısız yayın kapatıldı. Savaş suçuna karışmamış gazetecilerle dayanışma içindeyim. İktidara biat etmeyen, itaat etmeyenlerdeniz. Türkiye’de gazetecilik Erdoğan rejiminin kontrolünde. 

MÜLTECİ GAZETECİLER İNİSİYATİFİ

Mülteci Gazeteciler İnisiyatifi kurmuştuk savaş ve insanlık suçlarına bulaşmamış gazetecilerden oluşuyordu. DJV bizi Heidelberg’de bir buluşmaya davet etti, 2018’de Düsseldorf’da Can Dündar’ın da katıldığı bir buluşma gerçekleştirdi. DJV ile Stuttgart’ta toplantılarımıza devam ettik. Yol kat etmiştik ancak pandemi nedeniyle toplantılar da kesildi. 

Mülteci gazetecilerin inisiyatif alarak ilerlemeleri çok önemli. Basın sendikaları ve örgütlerle temasta olmak çok önemli. Hepimiz aynı yerden vurulduk, demokrasiyi, insan haklarını barışı öncelediğim için. Bu nedenle gazetecilerin daha çok bir araya gelmeye ve dayanışmaya ihtiyacı var. İletişimi güçlendirmek gerekiyor. Belli ilkeler çerçevesinde birleşmek gerekiyor. Almanya’da 200’e yakın mülteci gazeteci var. Göç eden gazeteciler burada kendilerini güvende hissediyorlar.

“MUHALİFLER ALMANYA’DA TEHDİT ALIYOR”

Muhalifler Avrupa’da da tehdit almaya devam ediyorlar. İslamcı faşistlerin Avrupa’da ciddi yapılanmaları var. Avrupa’nın göbeğinde ölüm tehditlerine maruz kaldığına tanık oluyoruz. 

Mülteci sorunu, kadın şiddeti, LGBTİ, çocuk tacizi bu konular bu haberler ilgimizi çekiyor mu, bunlar bizi birleştiriyor mu? Bulunduğumuz yere ışık düşürebiliyor muyuz? Almanya’nın kendi kültüründe de sorunları var. Kadınlar erkeklerle aynı işi yapmasına rağmen ücretlerde yüzde 35’e kadar fark var. Bunları sorgulamak gerek. Almanya’da 50’li yıllarda kadın banka hesabı açamıyordu, 68 hareketi olmasaydı evinize erkek sinek sokamazdınız. Irkçı parti AfD hâlâ kadının yeri mutfaktır, çocuk baksın, diyor. 

“BİR MİLYON TAKİPÇİNİZ VARSA SİZİNLE İLGİLENİYORLAR”

Aynı gericiliğe yüksek sanayi ülkelerinde de rastlıyoruz. Burada popüler gazeteciyseniz, 1 milyon takipçiniz varsa sizinle ilgileniyorlar. 

Birilerinden bir şeyler beklemek yerine bizim kapıları zorlamak gerekiyor. Buralı gazetecilerin göç eden gazetecilerle iyi bir ilişki içinde olmadığını düşünüyorum. 

“İLERİCİLİĞİN PARÇALARIYIZ”

Gazeteci – Yazar – ATGB Kurucu Üyesi Osman Çutsay

100 150 yıllık ilericiliğin parçalarıyız. Derdimiz Türkçe ve Türkiye. Arkadaşlarımızın çıkış hikâyeleri birer kitap olabilir. Hiç sesleri çıkmadı, çok iyi para kazandılar. Celal Başlangıç, Ahmet Nesin ve Can Dündar’la aramızda dünyalar var, ancak haklılar. Adamların canına kast edildi. Peki Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan neden gitmiyor. Neden Uğur Mumcu’nun oğlu değil de Barışlar temsil ediyor Uğur Mumcu geleneğini? Bu insanlar buraya geliyorlar, iyi de neden geliyorlar? 

“YÜK MÜ ZENGİNLİK Mİ?”

Yük olarak mı, zenginlik olarak mı geldiler? Ne yapmayı düşünüyorlar? Güçleri var mı, peki talep var mı? Türk modernizmi Avrupa aydınlanmasının parçası. Biz radikal bir laik hareketiz. Ne yapacaklar, neyi beğenmiyorlar? 

Bütün bir kuşak değişti. Barış Terkoğlu gitmiyor, yine içeri girerim diyor. Nâzım, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran, Mahir, Deniz rengi taşıyorlar 

Aydın gittiği yerlerden bir şeyler getiren insandır. Avrupa’ya geldiler, buraya ne getirdiler ve Türkçeye ne getirecekler?  Göreceğiz.

“ÇOK KÖTÜ BİR İLİŞKİ VAR”

Örnek olsun: Bakın, İmran Ayata, Türkçeye de Almancaya da hâkim bir yazardır. O bir süre önce yazmıştı: Türkiye’den gelenlerle buradaki Türkiye kökenliler arasında çok kötü bir ilişki var; daha doğrusu bir ilişkisizlik, beğenmeme, hatta aşağılama ilişkisi var. 

Avrupa’nın en büyük dili Türkçe. Batı Avrupa’da 5,5 Türkiye’de belki 87 milyon… Azerbaycan, İran Azerbaycanı vs. var. Bütün buralarda 100 milyonun üzerinde Türkçe konuşan insan var. Ne yapacaksın?

“CAN DÜNDAR’A BEL ALTI VURUŞLA GİTMEMEK GEREKİR”

Bu noktadan sonra başka sorular sormak gerek. Erdoğan rejimi ile derdi var. Muhaliflik rolü oynuyorlar. Buna rağmen Can Dündar’ın üzerine bel altı vuruşla gitmemek gerekir. Ahmet Nesin, Can Dündar ve Celal Başlangıç tamamen Türkiye ilericiliğini karşılarına alan insanlar. Ama Türkiye’den çıkma nedenlerini tartışamayız. Bir de şunu hatırlatmak isterim: İsteseniz de istemeseniz de, böyle karşısınıza aldığınızda, yani Kemalizm’e saldırırsanız sosyalizme saldırmış oluyorsunuz. Çok sorunlu alanlar bunlar. 

“NEDEN ARTI DEĞER GETİRMEK ZORUNDA OLDUKLARINI ANLATMALILAR”

Türkiye’nin gazetecileri neden Türkçe gazetecilik yapmak istediklerini ve neden artıdeğer, bir katma değer getirmek zorunda olduklarını anlatmalılar. 

Gazetecilik karşı durmayı gerektirir. 

Şunu söylemek isterim: Biz kimsenin yardımına muhtaç değiliz. Bizim kapımızı çalan herkes de bizden her şeyi alabilir. 

YENİ POSTA – FRANFKURT

KAPAK FOTO:  Brad Neathery on Unsplash

Avrupa’daki yerel yayınların durumuna büyüteç: “Türkçenin son savunucularıyız”

Avrupa’daki yerel gazetelerle haber portallarının temsilcilerine göre, dijitalleşen dünyada ve salgın döneminde Türkçe kâğıt gazetelerin en kötü dönemi yaşanıyor. Türkiye kökenli gazeteciler “Asıl yerel basılı gazetelerin kurtarılmaya ihtiyacı var” dediler.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) dijital olarak gerçekleştirilen “Dünden Bugüne Avrupa’daki Türkçe Medya  I. Dijital Sempozyumu”nun dokuzuncu bölümü, “Yerel gazeteler Avrupa’daki Türkçe medyanın kurtarıcıları mı?” başlığı ile gerçekleşti. 

Avrupa’daki ulusal günlük medyanın dışındaki Türkçe yerel gazetelerin yaklaşık 6 milyon Türkiye kökenlinin yaşadıkları ülkelerde sesinin duyulmasında, Türkçenin yaşatılmasında çok önemli bir rolü bulunduğuna dikkat çekilen buluşmada, toplantıyı yöneten Yeni Posta Yayıncısı-ATGB Üyesi Mustafa Bozdurgut “Avrupa’daki yerel gazeteler kendini ispat etmiştir ve toplumlararası iletişimi sağlamada da başarılı olmuştur” dedi. 

Bu arada, dijitalleşen medya karşısında basılı gazetelerin durumunun her geçen gün daha da kötüye gittiğini buna karşılık haber sitelerinin ise önünün açık olduğunu bildiren gazeteciler Türkçe medyada anadilin düzgün kullanılması, derinlikli içerik üretilmesi, tarafsız ve doğru habercilik gibi konularda hâlâ büyük eksiklikler yaşandığını da vurguladılar. Habercilikten dağıtımcılığa, grafik tasarımından ilan çalışmalarına dek birçok alanda sorunlarla baş etmeye çalışan yayıncıların zor koşullar altında dar kadrolarla çalıştığı, Avrupa’daki iş dünyasının ise Türkçe medyaya gereken desteği vermediği belirtilen toplantı, ATGB‘nin Facebook sayfasında ve Zoom üzerinden canlı yayınlandı.

Toplantıya konuşmacı olarak Birlik Gazetesi – Almanya “Neue Ekonomi” ve “Integration” gazetesi yayıncısı / ATGB Üyesi Dr. Latif Çelik, Muhabirce gazetesi yayıncısı Hülya Sancak, Binfikir Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serpil Aygün, Berlin Aktuell Yayıncısı / ATGB Üyesi Sadık Karslı, Gazette Aktuell Yayıncısı / ATGB Üyesi Salih Şahin katıldı.

Toplantıyı Yeni Posta Yayıncısı – ATGB Üyesi Mustafa Bozdurgut yönetti.

Avrupa’daki Türkçe yerel medya ve haber sitelerinin masaya yatıırldığı toplantıda öne çıkan başlıklar şöyle:

“ULUSAL GAZETELER TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKİ GİBİYDİ”

Birlik Gazetesi – Almanya “Neue Ekonomi ” ve Integration” gazetesi yayıncısı / ATGB Üyesi Dr. Latif Çelik:

Kimseyle yarış halinde değiliz. Rize, Kastamonu haberlerinin Almanya’daki toplumumuz için hiçbir şey ifade etmediğini ilettim. Derdimizi anlatamadım. Böylece önce bülten gibi bir çalışma ile okura ulaşmaya çalıştım. Würzburg’da Birlik adı ile başladık. Sonra bölgeyi genişleterek geliştik. Ulusal gazeteler Türkiye’nin Avrupa eki gibiydi. Sosyal, kültürel ve politik alanda günlük basının yerel basın kadar yardımı ve etkisi olduğuna inanmıyorum. Resmi makamlar da bizi muhatap alıyorlar. 

“TÜRKİYE’YE ENDEKSLİ YAYINLAR UYUMA HİZMET ETMİYOR”

Almanya’daki yerel basın bünyesinde, her devirde Türkçe medya olarak varız. Arşivimde 59 gazetenin birçoğu yok 31’i var. Ulusal gazeteler ise 20 yıldır yok. 

Türkiye’ye endeksli yayınlar Almanya Türklerinin uyum sürecine katkıları olduğuna inanmıyorum. Kurtarıcı mı, değil mi, diye bakmaktan ziyade, tarihi olaylarla karşılaştırmak gerekir. Avrupa’da yerel ya da ulusal olsun önemli olan şartlara göre şekil değiştirmiş olabiliriz. Ancak hepimiz Avrupa’daki toplumun Türkçe medyasıyız. 

“TÜRKÇENİN SON SAVUNUCULARIYIZ”

Ağzımızla kuş da tutsak başarımız okuyanın ya da reklam müşterisinin gösterdiği ilgi ile belirleniyor. Karamsar değilim ama bir şekilde çalışarak yeni projeler koyarak devam edeceğimize inanıyorum. Gurbetçi diyen zihniyet şimdi de yerel diyerek küçümsüyor. Bizler Avrupalı Türklerin medya organlarıyız. Türkçe konuşuruz Türkçe okuruz. Türkçenin son savunucularıyız. Dilin kaybolmamasına kendimizi adadık mı, adadık. 

“TÜRKÇE MEDYA KİMİN UMURUNDA?”

Muhabirce gazetesi yayıncısı Hülya Sancak:

Kendisi kurtarıcıya ihtiyacı olan bir yerel basın Türkçe medyayı nasıl kurtarabilir, bu soruyu sormak gerek. Ulusal basın can çekişiyor. Avrupa’da Hürriyet, Sabah, Türkiye gazetesi şu anda bizi temsil ediyor. Tirajlara baktığımızda içler acısı. Yerel basının önce kendisinin kurtarıcıya ihtiyacı var. Yazılı basın bitmiş durumda. Maddiyat sorunu. Online medyayı ayırıyorum. Türkçe medya kimin için gerekli ve kimin umurunda? Yerel basına ilan veren şirketler prestij kaybettiklerine işaret ediyorlar.  

Katkısı olacak olanların böyle baktığı bir durumda, nasıl kurtarıcı olacak? Küçümsenen o reklam gazeteleri öyle olmak zorunda yoksa yaşatamazsınız. Gazeteleri parasız dağıtıyoruz. 

“HABER PORTALI KİRLİLİĞİ VAR”

Almanya’da gıda sektöründe en önemli yer tutan döner sektörü niye aşağılanıyor? Restoranlar, mekânlar mağazalar ilan vermezse siz nasıl gazete basacaksınız? Desteklemiyorsanız, Türkçenin önemine değer vermiyorsanız, millet olmak umurunuzda değilse siz hiçbir şeye değer vermiyorsunuz demektir. 

Yerel medyada ne yapsanız sorun. “Haberleri bayat, kim okuyor bunu?” diyorlar. İyi de, günlük yerel gazete çıkaramazsınız. Kadrolar lazım maddiyat lazım. Haftalık da çıkarmak çok zor. İngiltere’de var örnekleri. Holdinglerin kapsamındaki değil, bireysel çabalarla çıkan yerel gazeteleri kastediyoruz. Yayının bütçesi olursa devamlı olabilir. Haber portalları kirliliği var. kopyala-yapıştır, görsel çalma, hepsi var. Yazılı basın öyle değil. Özgün. Birçok sayımızı Türkçe için yaptık. Yaptığımız işin maddi bedeli var, ama kimse karşılamaya hazır değil. Holding değiliz, ekibimiz yok. Herkes gönüllü çalışıyor. 

Reklam haberlerini öne çıkarıp vatandaşın sorunlarına ağırlık vermezseniz elbette saygınlığınız sorgulanır. Öte yandan online gazetenin önü ise açık. Ben yaşatmak için Türkçenin düzgün kullanıldığı doğru haberciliğin aktarıldığı yayınlar için elimden geleni yapmaya devam edeceğim. 

“30 GAZETEDEN DÖRT BEŞ TANE GAZETE GERİYE KALDI”

Binfikir Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serpil Aygün:

2000’li yılların başında  30’dan fazla Türkçe haber sitesi,basılı olarak 7 gazete vardı. Bugün  4-5 tane güncel haberleri aktaranlar var online olarak ise 3-4 online gazete mevcut.

Türkçe radyo da var. Son yıllarda radyo gazete tv yayınları yapan yayınlar da hayata geçti. 

Türkçe medya çalışanları olarak önce kendimizi eleştirmek gerekiyor. Önce iyice tanımlamak lazım. Yerel miyiz, ona bakmak lazım? 

“YENİDEN TANIMLARSAK YEREL DEĞİL TOPLULUK MEDYASIYIZ”

Bana kalırsa “topluluk” medyası.  Belki gerçekten kurtarıcıya ihtiyacımız var. Topluma bilgi ve haber aktarmak birinci görevimiz. İçinde yaşadığımız toplumdan haberleri aktarmamız gerekiyor, Türkiye’den değil… Vatandaşı yakalıyorsanız o zaman işlevinizi yerine getiriyorsunuz demektir. Toplumun Türkiye ile gönül bağı var elbette. Ancak bu ülkelerde yaşayıp gömülüyoruz. Yayıncılar dönüp bakmak gerekiyor. Sert eleştiriler yapılıyor, ama ne yazık ki hak ediyoruz.  

“KURTARICI DEĞİLİZ”

Siz düğün haberi ya da askere gitme haberi yapıyorsanız, kusura bakmayın kurtarıcı falan değilsiniz. Bu ülkede yaşayan insanınıza eğitim sistemi değişirken Türkiye kökenli çocuklar sorunlar yaşarken Türkiye’deki eğitim sistemini tartışan haberler yapıyorsanız, görevinizi yapmıyorsunuz demektir. Toplumun ihtiyaçlarını karşılayan, gerçekleştirecek haberciliği yapmanız gerekir. Kurtarıcı mıyız? Hayır, değiliz. Toplumun ihtiyacını hissetmediği şeyi yapmaya devam edecek miyiz? Evet, yapacağız. İyi içerik üretirseniz maddiyat arkasından gelir. 

“İLANLA HABERİ AYIRMAK ŞART”

Yaşadığınız ülkenin dilini, toplumun taleplerini bilmeniz gerekiyor, o zaman saygınlık artıyor. Böyle yaparsak devamının geleceğine inanıyoruz. Şu da var: İlanla haberi ayırmadığınız sürece size saygı duyulmaz. Reklam haberi ise “Bu bir ilan haberidir” diye belirtmek gerekir. Israrla söylüyorum, doğruyu yapmayacaksak saygı ve güven duyulmaz. 

Ulusal yayınlar tükendiler aslında, topluluk medyası ise hâlâ ayakta duruyor. Bu özveriyle çalışan tüm arkadaşları selamlıyorum. 

“BERLİN’DE ÖNEMLİ BİR EKSİKLİKTİ, BAŞKENT TÜRKÇE GAZETEYE KAVUŞTU”

Berlin Aktuell Yayıncısı / ATGB Üyesi Sadık Karslı:

25 yıllık süreci geride bıraktık. Yerel gazeteler Ulm gibi küçük bir kentten bütün eyalette diğer gazetelerin yayınlanmasına da yol açtı. Berlin’de ise başkentte print gazete eksikliği yaşanıyordu. Almanya’da Türkiye’de de yerel gazeteler hayata geçirdim. Gazetenin mizanpajından dağıtımına haberinden ilanına dek her alanda çalışmanız gerekiyor. 

Berlin’e yeniden döndüğümde iki yıl magazin dergisinde her şeyi yaptım. Sıfırdan başladım. 

Sektörel yayınlar çıkarmaya başladı. Gastronomi üzerine sonra Aktuell Avrupa’yı şimdi de Aktuell Berlin’i okurla buluşturdum. 

“BAŞKENTTE 20’YE YAKIN TÜRKÇE DERGİ MEVCUT”

Berlin’de 20’ye yakın Türkçe dergi var. Ama gazete olarak 10 yıl sonra Berlin yeniden Türkçe gazeteye kavuştu. 24 senedir delilik yapıyorum. Bu işlerden paralar kazanamadık. Bizim yardıma ihtiyacımız varken, biz neyi kurtarabiliriz. Radyolar olmalı, ancak tekse onu aşamıyoruz. Her türlü yanındasınız ama ilanı o radyoya veriyor. Reklamları hatır için vermiyorlar mı zaten? Bu işin hem sahibiyim hem de hamalıyım. Hedef kitlemizde  Almanca konuşanlar da var. Berlin’de 7-8 Türkçe haber sitesi var. 

“BURADA DA ‘YANDAŞ GAZETECİ’ AYRIMI YAPILIYOR”

Haberler o kadar çabuk tükeniyor ki, özellikle de internet anında eskitiyor. Avrupa’da yaşayan çocuklarımızın başarılarını artıracak haberler yapmamız gerekiyor. Rol modelleri öne çıkarmak gerekiyor. Bu kulvarda sonuna kadar koşturmaya ise varız. 

Burada da “yandaş” medya ile mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. Listelerden adınız siliniyor. Eleştirel olduğunuz için listelere giremiyorsunuz. Liyakat ödülüne sadece 2 gazeteyi almışlar bu bölgeden. Alman makamlarında da Türk makamlarında da akredite olamıyorsam, ciddiye alınmıyorum demektir. 

“15 YIL ÖNCE ULUSAL GAZETELERİN KAN KAYBEDECEĞİ BİLİNİYORDU”

Gazette Aktuell Yayıncısı / ATGB Üyesi Salih Şahin:

15 yıl önce Türkiye’de yapılan bir toplantıda ulusal günlük gazetelerin kan kaybedeceği yerel gazetelerin ise devam edeceğini tespit etmişler. 

94 yılında Almanya’ya 99 yılında da Stuttgart’a geldim. 

Geldiğimde de medyayla ilgili aynı konular vardı hâlâ aynı sorunları tartışıyoruz. Burada sivil yapılanma daha güçlü olmalı. Avrupa’daki Türkçe medyaya Ankara’nın teşvik ve destekleri ise yok. 

ATGB ilk günden bu yana buradaki gazetecilere yönelik faaliyet gösteriyor. Ancak daha çok çözülmesi gereken sorun önümüzde duruyor. 

Elbette kahramanlık yapacak halimiz yok, kurtarıcılıktan ziyade Türkçe gazetelere gelecekte de ihtiyaç olacak bu bilinçle çözüm odaklı çalışmalıyız. Bu gazeteleri yayınlayan arkadaşların kendisini geliştirmesi, yenilemesi ve dönüşüme değişime ayak uydurması gerekiyor. 

Gazetelerle ilgili devletimizin resmi ilanlar konusunda destek vermesi gerekiyor. Meslek örgütümüzün de arkadaşlarımızın gelişmesi açısından önemli görevleri var. 

Kağıt gazeteye ilgi azalıyor. Acilen kağıt gazeteleir destekleyecek ortak bir çalışma gerekiyor. Sosyal medya üzerinden de bir birleşmeye gidebiliriz. 

ATGB – ULM

KAPAK FOTO: Photo by Adolfo Félix on Unsplash

Avrupa medyasına Türkiye kökenli gazetecilerin etkisi: “Objektif değiller”

ATGB’nin buluşmalar serisinde bu kez “Türkiye kökenli gazetecilerin Avrupa medyasının şekillendirilmesine etkisi” masaya yatırıldı. Facebook’taki canlı yayında Türkiye kökenli gazetecilerin tarafsız habercilik yapamadıklarına, Avrupa medyasında ise sayılarının ve etkilerinin düşük olduğuna işaret edildi.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) dijital sempozyumu çerçevesinde gerçekleşen toplantıların sekizinci bölümü “Türkiye kökenli gazetecilerin Avrupa medyasının şekillendirilmesine etkisi” başlığı altında düzenlendi.  Zoom üzerinden Facebook’taki  canlı yayına  Hollanda’daki Deniz Radyo TV’den Özcan  Özbay, Fransa’dan DW Türkçe yazarı – NTV Temsilcisi Kayhan Karaca ve Avusturya’dan Yeni Vatan gazetesi yayıncısı Birol Kılıç konuşmacı olarak katıldı. Programın sunum ve yönetimini ATGB II. Başkanı Atilla Azrak üstlendi. 

Toplantıda Türkiye siyasetinin etkisi altında kalan Türkiye kökenli gazetecilerin objektif olamadıklarına ve Türkiye’yi de tanımadıklarına dikkat çekilirken, bir kısım gazetecinin de korku içinde çalıştığına ve otosansür uyguladıklarına işaret edildi. 

Avrupa medyasındaki Türkiye kökenli gazetecilerin oranının çok düşük olduğu ve bu medyanın şekillenmesinde, çeşitlilik ve katma değer kazandırılmasında etkilerinin neredeyse hiç bulunmadığı da vurgulanan buluşmada, Türk gazetecileri yaşadıkları ülkenin diline de hâkim olamadıkları hatırlatıldı. 

Türkiye’nin AB perspektifinden uzaklaşması ile Avrupa medyasında “Avrupa’dan Türkiye’ye bakış eksenli” haberciliğin yapıldığı, AB’nin Türkiye raportörlerinin de sayısında düşüş yaşandığı, yapılan saptamalar arasında dikkat çekti. 

“Alman medyasında göçmenler hakkındaki haberlerin daha fazla yer alması için çalışan gazeteci örgütleri var. Ülkenin çeşitliliğinin yansıtılması, Avrupa’daki medyada Türkiye kökenlilerin yer alması ile mümkün. Türkiye’deki siyasetin ise Avrupa’ya daha sessiz taşınmasında yarar var. İnsanımızın medyada daha rahat ve güven içinde çalışmasında da bu önemli” diyen ATGB II. Başkanı Attila Azrak’ın  “Dünden Bugüne Avrupa’daki Türkçe Medya” konulu dijital sempozyum kapsamında yönettiği toplantıda öne çıkanlar ise şöyle:

 “OTOSANSÜR UYGULAMAK ZORUNDA KALIYORUZ”

Yeni Vatan gazetesi yayıncısı Birol Kılıç (Viyana)

Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Yüzde yüz gazetecilik yapamıyoruz. Otosansür uygulamak zorunda kalıyoruz. Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğüne yönelik baskı bize burada da hissettiriliyor. Oysa 5N 1K’yı uygulamak zorundasınız. Türkiye’den ihraç edilen bir korku imparatorluğu var ne yazık ki. 

“AVUSTURYA MEDYASINDAKİ ARKADAŞLARIMIZ TÜRKİYE’Yİ ANLAMIYOR”

Avusturya medyasında çalışan göçmen sayısının çok daha yüksek olması gerekiyor. Böylece daha çok göçmenlere yönelik haberler de ağırlık kazanacaktır.  Ancak Avusturya medyasında çalışan bazı arkadaşlarımız Türkiye’yi anlamıyorlar. Üstten bakış hâkim. Avusturya’nın Almanya ve Hollanda’dan farkı, Türkiye kökenli göçmen gazetecilerin daha da az sayıda olması. Türkiye ise Avusturya’nın bir velayeti gibi. Sürekli Türkiye hakkındaki haberler bütün bulvar gazetelerinde yer alıyor. 

Avusturya medyasında Türkiye hakkında uzmanlaştığı söylenen gazeteciler, haberi yazarken istişare etmek üzere bizleri arıyor. Diğer taraftan Bir Türk başarılı iş yaptığında Viyanalı, kötü bir şey yaptığında ise Türk olarak anılıyor. Avusturya medyasındaki Türk gazeteciler güvenilirler, ancak Türkiye konusunda  objektif değiller. Avusturya medyasında Sırp, Hırvat gazeteciler ise çok sayıda yer alırken Türkiye göçmeni gazetecilerin sayısı çok düşük. 

Öte yandan 2002’den sonra Türkiye’den siyasi partiler buraya gelmeye başladı. Bir parti geliyor, burada örgütleniyor ve bu partici kişi ve kurumla buradaki basını da etkiliyor. Bu ülkede çifte vatandaşlık yasak örneğin, ama  ‘Avusturya vatandaşlığına geçin’ çağrısında bulunuyorlar. Bu ortam Avusturya basınındaki Türklerin imajını etkiliyor.

“SİYASİ PARTİLER İNSANIMIZDAN ELİNİ ÇEKSİN”

En büyük sorunumuz Türkiye’deki bütün partilerin burada yarattığı stres. Bazı paralar da dönüyor. Nitelikli dolandırıcılık, camilerin Allah’ın evi değil siyasi partilerin arka bahçesi gibi kullanılması da var. Lütfen elinizi Türkiye göçmenlerinden çekin. Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne saygımız sonsuz, ancak buraya gelip başımızı derde sokmayın. Partilerin gelip haber yaparken ensemizde boza pişirmelerine gerek yok. 

Avusturya’daki Türk gazeteciler bağımsız değiller, fikirlerinde yorumlarında bağımsız değiller ve hep bir korku var. Türkiye’deki gazetecilere yönelik tutuklamalar ve saldırılar ortada. 

“GAZETECİLERDEN HABER DEĞİL İLAN İSTİYORLAR”

Deniz Radyo TV – Özcan  Özbay (Rotterdam)

Hollanda medyasında yöneticilik statüsünde olan Türkiye kökenli arkadaşlarımız var. Hollanda medyasında hem muhabir hem redaktör hem köşe yazarı olarak çalışan arkadaşlarımız da var. Türkiye-Hollanda haberlerini kaleme alan ya da yayınlayan arkadaşlarımız ise ne yazık ki yok. Öte yandan Avrupa Türk medyasını önemsemezken Türk medyası da Avrupa’yı önemsemiyor. 

Türkiye medyası buradaki Türk gazetecilerden haber değil ilan istiyor. Azınlıkların Hollanda medyasındaki oranına baktığımızda Türklerin sayısı çok az. Hollanda’da Türkçe yayın yapan günlük gazetemiz yok. Aylık yayınlar var. Haberlerin saniyede düştüğü günümüzde, aylık gazeteler de ilgi görmüyor. Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. 

“AVRUPA MEDYASI BİZİ CİDDİYE ALMIYOR”

Ne yazık ki, Türkiye kökenli gazetecilerin Hollanda medyasına pek etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bizi çok ciddiye aldıklarını da düşünmüyorum. Temas kuruyorlar ama buradaki gazetecilerin Avrupa’yı hoplatan haberleri yok. 

Öte yandan Türkiye’deki siyasetçilerin hapşırması bile buradaki Türk toplumunda büyük ses getiriyor. Burada ise hâlâ işçisin. Sana öyle bakıyor. Bir şekere kanıyoruz. Diğer taraftan yaşadığımız ülkelerin diline hâkim değiliz.

Hollandalılar ve Türkler bunca yıl sonra hâlâ aynı sofrada oturup yemek yemiyor. Hep kendi toplumumuzla ilgili haberler yazıp çiziyoruz. Hollanda’da seçimler var, kimse ilgilenmiyor. Türkiye’den bir siyasetçi geldi mi konvoylar var, bayraklar var. Avrupa’da Türk insanı olması gerektiği yerde değil, hâlâ yerimiz yok. Okur da haberin sadece fotoğrafı ve başlığı ile ilgileniyor. İçeriğine bakmıyorlar.

“TÜRKİYE MEDYASINDA AB’YE İLGİ AZALDI”

DW Türkçe yazarı – NTV Temsilcisi – gazeteci  Kayhan Karaca (Strasbourg)

Türkiye’den gelmiş ve Avrupa medyasında çalışan gazeteci arkadaşlarımızın sayısı çok daha az. Türk medyasında ise AB’ye ilgi azaldı. Eskiden 20 arkadaşımız doğrudan AB haberi yapardı, bu sayı şimdi 10’un altına inmiş durumda. Oysa Türkiye’nin, Gümrük Birliği dolayısıyla da  Avrupa ile ilişkileri devam edecek. Aslında Türkiye bu nedenle AB’de olup bitenlerle her zaman ilgili olmalı. 

Türkiye’den gelmiş ve Avrupa medyasında çalışan gazeteci arkadaşlarımızın sayısı çok daha az. Türk medyasında ise AB’ye ilgi azaldı. Eskiden 20 arkadaşımız doğrudan AB haberi yapardı, bu sayı şimdi 10’un altına inmiş durumda. Oysa Türkiye’nin, Gümrük Birliği dolayısıyla da  Avrupa ile ilişkileri devam edecek. Aslında Türkiye bu nedenle AB’de olup bitenlerle her zaman ilgili olmalı. 

“AVRUPA’DAKİ İNSANIMIZ YETERİNCE HABER OLAMIYOR”

Avrupa’da 6 milyona yakın insanımız var ancak ne yazık ki yeterince haber olamıyorlar. Yabancı meslektaşlarımızla birlikte çalışıyorum ve Türkiye ilgilerini çekiyor. Burada da Türkiye Fransa’nın vilayeti gibi. Bir AB ülkesi hakkında haber, Türkiye hakkında çıkan haberler kadar çıkmıyor. Türkiye hakkında hazırlanan belgesellerde meslektaşlarımız bizlerle istişare ediyorlar. 

“BUGÜN KİMSE AB RAPORTÖRÜ OLMAK İSTEMİYOR”

90’lı yılların sonunda AB’nin Türkiye raportörleri birbiriyle yarışıyordu. Bugün ise kimse Türkiye raportörü olmak istemiyor. Eskiden raportörler Türk gazetecileri peşlerinden koştururlardı. Şimdi ise onlar bizi telefonla arıyorlar. Bizim yaptığımız habercilik, Avrupa haberciliği. Türk iç siyaseti sorulduğunda Türkiye’deki meslektaşlarımıza yönlendiriyoruz. 

‘Buranın Türkiye’ye bakışı ekseninde’ Avrupa’da habercilik ilerliyor. Türkiye’nin AB’ye bakışı ekseninde Avrupa haberciliği ise yok. Fransa’daki 3. Kanal AP oturumları sonunda gazetecilerle toplantı yapardı ancak, Türkiye AB perspektifinden uzaklaşınca Türk gazetecilerin görüşlerini almaktan da uzaklaştılar.  

Diğer taraftan Türkiye kökenli insanların Avrupa medyasını şekillendirmek gibi bir misyonu olduğunu düşünmüyorum. Onlar zaten yaşadıkları ülkelerin insanları, vatandaşları. Fransa’da da çok sayıda genç göçmen gazeteci ulusal kanallarda görev yapıyor. France 2 kanalının meteoroloji bültenini sunan gazeteci Türkiye kökenli. Cezayirliler, Faslıların görünürlükleri artıyor, bu da redaksiyonların politikalarına yansıyor.

“TÜRK SİYASETİNİN AVRUPA SİYASETİNE KARIŞMASI HOŞ KARŞILANMIYOR”

Öte yandan Türklere ve Müslümanlara yönelik ırkçılığın arttığını görüyoruz. Özellikle de Müslümanlara yönelik son 10 yılda ciddi şekilde tırmanan ayrımcılık ve ırkçılık var. Türkiye medyası olarak yeterince Avrupa’da olup bitene yer vermiyoruz. Avrupa’daki insanımızı haber yapmıyoruz. Türkiye hakkında çok sık haber çıkmasının nedeni ise Arte’de çok sayıda Türk gazetecinin yer alması. Medyada görünür olmak bu nedenle çok önemli. Çokkültürlü toplumlarda bu kaçınılmaz. ABD’de İtalyan kökenlilerin entegrasyonları II. Dünya savaşından sonra başlamıştır yani geldiklerinden 50 yıl sonra. Ancak o zaman kabul görmüştür. 

Fransa da terör eylemleri sonrası toplumsal travma geçirdi. Son 10 yıldır Türkiye’ye, Türklere, Müslümanlara bakış negatifleşti. Türk siyasetinin Avrupa siyasetine karışması, el atması Fransa’da da çok hoş karşılanmıyor. 

“ELİTLER ENTEGRASYON YERİNE ASİMİLASYON DEMEYİ TERCİH EDİYOR”

Türkler açısından yaşam şimdi çok daha zor. Fransız siyaset elitleri entegrasyon kelimesinden vazgeçip asimilasyonu kullanıyorlar. Çok tehlikeli bir terminolojidir. Bu, tehlikeli bir gelişme. Çin’den ya da başka bir ülkeden gelenlere bu terminoloji kullanılmıyor. Hatta bu özel yasa da mecliste görüşülüyor. ‘En iyi Türk asimile Türk’ deniyor. Aşırı sağcı politikacılar namaz kılanları tehdit olarak görmeye başladılar. 2010’dan önce Türkiye’ye bir hayranlık vardı 2010’dan sonra Türkiye ciddi imaj kaybına uğradı.”

ATGB’nin dijital sempozyumu 11 Nisan tarihine dek devam edecek. 

ATGB – KÖLN

ARTE tipi bir girişim mümkün mü? “Türkiye kökenli gazeteciler imece çalışması başlatsın”

Alman kamu televizyonlarının vergi vermelerine karşın Türkiye kökenlileri hiçe saydığı belirtilen ATGB sempozyumunda, ülkedeki Türk gazetecilerin imece usulü bir çalışma başlatması gerektiğine dikkat çekildi.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği‘nin (ATGB)  dijital sempozyumunun yedinci bölümünde kamu radyo ve televizyon televizyonlarının Türkiye kökenlilere yönelik medya politikaları ele alındı. Konuşmacılar ARTE benzeri bir programı Almanya’nın mevcut Türk hükümeti ile ortaklaşa hayata geçirmesinin mümkün olamayacağını, bu nedenle “Almanya’daki Türkiye kökenli gazetecilerin benzer bir projenin muhatabı olabileceğini” dile getirdiler. Almanya’daki Türkiye kökenli gazeteciler ile son yıllarda Türkiye’den Almanya’ya gelen sürgün gazetecilerin ülkedeki Türkçe yayın organlarında imece usulü bir çalışma başlatabilecekleri kaydedilen toplantıda, Alman kamu radyo ve televizyon kurumlarının göçmenlere yayınlarda gereken şekilde yer vermedikleri de hatırlatıldı. 

ATGB’nin “Dünden Bugüne Avrupa‘daki Türkçe Medya” I. Dijital Sempozyumu kapsamında Zoom üzerinden Facebook’ta canlı yayınlanan toplantıya, Federal Meclis Birlik’90 / Yeşiller Partisi eski Milletvekili Memet Kılıç, Berlin Eyalet Meclisi Sol Parti Milletvekili Hakan Taş ve Can TV “Sözün Özü” programını hazırlayıp sunan Zeynel Gül konuşmacı olarak katıldı. 

ATGB kurucu üyesi gazeteci İrfan Ergi tarafından yönetilen tartışmada dile getirilen saptama ve önerilerden bazıları şöyle:

“HEM VERGİSİNİ VERECEĞİZ HEM DE HİÇBİR ŞEY ALMAYACAĞIZ”

Can TV (“Sözün Özü”) Zeynel Gül:

Türkiye kökenliler Almanya’da örgütlü değil. Bu nedenle de kendilerini gerektiği gibi ifade edemiyorlar. Almanca yayınlar üzerinde ise çok durmuyorlar ve getto olmaktan kaynaklanan sorunlar var. Alman toplumunun Türkiye’ye uzak durması da ayrı bir sorun. Ayrıca yabancı kavramı tam netlik kazanamamış durumda. Tüm bu sorunları sorgulayacak örgütsel ve politik kurumlarının olmaması da etkili. Kamu radyo ve televizyonlarında 1990’lı yıllardaki yayınların dışında Türkiye kökenlilere yönelik programlar göremiyoruz. Tüm bunları dosya haline getirecek ve yerel yönetimlere, sorumlu olanlara rapor sunacak gazetecilerin ve aydınların örgütlü olmamasından dolayı Alman medyasında göçmenlerin kendilerine yer bulmadığını görüyoruz. Türkçe yayınların zamanında kaldırılmasına tepki vermemişken, oluşturulmasını nasıl bekleriz bilemiyorum. 

Diğer taraftan Can TV’nin Türkçe, Arapça, Zazaca, Kürtçe ve Almanca olmak üzere 5 dil üzerinden lisansı var. Bu ülkede hem televizyon vergisini vereceğiz hem de hiçbir şey almayacağız. Olmaz böyle şey. Bu konuda hızla harekete geçip, anayasal hakkımızı talep etmeliyiz. Diğer taraftan Almanya’da program yapacak insan çok fazla. Bizim kanalımıza bir küçük video, metin ve foto iletebilirler, biz işbirliğine ve yayınlamaya hazırız.

“KAMU RADYO VE TELEVİZYONLARI GÖÇMENLERE NE Mİ VERİYOR? HİÇ!”

Sol Parti Berlin Eyalet Meclisi Milletvekili Hakan Taş 

Almanya’da önceleri Türkiyelilere yönelik çeşitli programlar yapılırdı. Ancak bugün Türkçe yayınlar yok denecek kadar az. Almanya’da yaşayan göçmen kökenliler olarak radyo -televizyon vergisi veriyoruz. Peki ‘Kamu radyo ve televizyon kanalları göçmenlere yönelik hangi hizmetleri veriyor?’ dersek, yanıtı ne yazık ki ‘Hiç!’ olacaktır. Oysa Almanlar gibi vergi veriyoruz, ancak taleplerimizi Almanlar kadar dillendiremiyoruz. 

“ÇATI KURULUŞLARI ANADİLDE MEDYA İÇİN YETERLİ ÇALIŞMALARI YAPMAMIŞ”

Diğer taraftan Almanya’da Türkiye kökenlilerin çatı kuruluşları mevcut ama nedense çalışmalarında medya politikalarına yer verilmemiş  ve anadilde yayın hakkı konusunda yeterli çalışmalar yapılmamış. Oysa Almanya bir göç ülkesi. 5 milyon üzerinde Müslüman Almanyalı var. Bunlara yönelik hizmetler neredeyse yok edilmiş. İhtiyaçları, talepleri ifade edip aktarmak gerekiyor. 

“ANADİLDE YAYINI ÖZEL SEKTÖR ÜSTLENEMEZ”

Diğer taraftan Metropol FM örneğinde olduğu gibi devletin özel sektöre frekans vererek anadilde yayın sunulması ise doğru değil. Metropol FM devletin verdiği frekansları kullanıyor. Oysa bu hizmeti özel sektör üstlenemez. Almanya göç ülkesi olduğunu ve göçün zenginlik olduğunu artık kabul etmesi gerekir. Bu bağlamda düzenlemeler yapılması gerekiyor. Halkın üçte biri göçmen. Kurumlarda göçmen oranlarının ne kadar düşük olduğunu görüyoruz. Bu oranın artması için yasal düzenlemelerin artması gerekiyor. Katılımcı medya politikalarının oluşması için bizler de tespitte bulunup talep etmemiz gerekiyor. 

“ÜST KURULDAKİ GÖÇMEN KÖKENLİLER TALEPLERİ İLETİYORLAR”

Öte yandan Alman kamu radyo ve televizyonları üst kurullarında Türkiye kökenliler mevcut ve taleplerimizi iletiyorlar, ancak karşılığını almakta zorlanıyoruz. Almanya’da Türkiye kökenlilerin güçlü çatı kuruluşlar altında örgütlendiğini, bir araya gelebildiğini görebiliyoruz. Aynı hedefe ulaşmak isteyenlerin aynı masada toplanabilmesi gerekiyor. Medya ihtiyacımız varsa, bu talebin tespit edilmesi gerekiyor. 

“MEDYADA FİKİR ÜRETENLERİN ORTAK PROJELER BAŞLATMASI GEREK”

Medyada fikir üreten insanların ortak proje oluşturması, eyaletler ve federal düzeyde bu projelerin aktarılabilmesi ve uygulanabilmesi gerekiyor. Elbette siyasi partilerin desteğini de almak gerekiyor. Pandemi sonrası umarım en kısa zamanda bir araya gelebiliriz ve bir  toplantı yapabiliriz. Talebimizi belirleyip, fikir alışverişinde bulunabiliriz. 

“TÜRKİYE’DEKİ MEVCUT HÜKÜMETLE ORTAK YAYIN MÜMKÜN DEĞİL”

Türkiye’deki hükümetle ortaklaşa bir kanal açmak şu an mümkün görünmüyor. Bağımsız bir yayın olması gerekiyor. Buradaki vergilerden finanse edilecek kendi dilinde yayın yapan göçmenlere yönelik yayınlar talep ediyoruz. Türkçe de içinde yer almalı. 

“KAMU TELEVİZYONLARI TOPLUMUN AYNASI MI?”

Birlik’90 / Yeşiller Partisi Federal Meclis E. Milletvekili Memet Kılıç

Almanya’da güneybatı radyo televizyon üst kurulunun ilk göçmen kökenli üyesiydim. Daha sonra ARD’nin program kuruluna katıldım. Bugün ise Deutschlandfunk’un program kurulundayım. 

Otoriter sitemler ve faşist yönetimler medyayı ele geçirmek ve halkı manipüle etmek isterler. İşte yeniden faşizme yakalanmamak için Almanya 1987 yılında radyo televizyon devlet sözleşmesi imzalayarak,  kamu radyo ve televizyonlarının toplumun aynası olmak zorunda olduğunu bildirmiş oldu. Bugün var olan, peki, o mudur? İşte bu tartışma konusu. Kamu radyo ve televizyonlarında göçmenler hakkında yayın yapılıyorsa da olumsuz yapılıyor. Olumlu haberler sınırlı. Belli gruplar hakkında haberler veriliyor. Dilin öteleyici olması rahatsızlık veriyor. 

“SAĞCI YAYINLAR GÖÇMENLERE SÖZ HAKKI TANIMIYOR”

İstatiklere göre ‘göçmenler ne kadar söz sahibi’ sorusuna ise şu yanıtlar alınmış: Sağcı, popülist  Bild gazetesinde yüzde 6,9 oranında göçmenler söz söyleyebilmiş sağcı Welt gazetesinde 20,6, solcu TAZ gazetesinde ise 22,7 oranında göçmenlere söz verilmiş.  Homojen medya yok. Sağcı, popülist yayınlar göçmenlerin  hakkında olumsuz haberler yapıyorlar ve söz söylemelerine izin vermiyorlar. 

Öte yandan hala ARD’nin bir parçası olan Cosmo çeşitli dillerde programlar yapıyor. Aslında bu program hepimizin bildiği eski Köln radyosu. 

“İSLAMCILAR GÖÇMENLERİN TALEPLERİNİ 50 YIL GERİYE ATTILAR”

Diğer taraftan önceki yıllarda ARTE benzeri bir yayının Almanya-Türkiye ortaklığında yapılmasını öneriyordum. Ancak Türkiye’de bırakınız kamu ve devlet televizyonu olmayı, TRT bir parti televizyonuna dönüştü. İslamcılar göçmenlerin taleplerini bu nedenle tam 50 yıl geriye attılar. Ayrıca uzun bir süre Türkiye’nin AB’nin tam üyesi olması gerektiğini söylüyordum. Ancak İslamcılar aldılar, bunu da çöpe attılar. Yeni talebim ise buradaki göçmen kökenli gazetecilerin Alman devleti ile ARTE benzeri bu kanalı yapması. Göçmenlerin kendi anadillerini ifade etmelerinin gerçekleşebilmesi için kamu olanaklarının açılması talebimize ise devam edeceğiz. 

“IRkÇILARLA, FAŞİSTLERLE ORTAK OLMAK ZORUNDA DEĞİLİZ”

Yine de Türkiyeliler bir araya gelecekse bunun da bir ölçüsü olmalı. Muhalif medyanın kapatılmasına karşı ortak bir metin yazmaları gerekecek. Irkçılarla, faşistlerle ortak olmak zorunda değiliz. Diğer taraftan göçmenler dijital çağı kaçırmamalı. Bu işi sadece kamu televizyonları ile sınırlı görmemek gerekir, anadilde yayın elbette hakkımız. Ama dijital medyacılık olanaklarıını da iyi kullanmak gerek. 

“TÜRKİYE KÖKENLİ GAZETECİLER İMECE USULÜ BİRLEŞİP, ORTAK ÇALIŞMA YÜRÜTMELİ”

Bu konuda  imece usulü birleşip işler yapılmalı. Dijital ortamda ortak kullanımlar çoğaldı. Avrupa’daki Türkiye kökenli gazetecilerin faaliyet sürdüren yayınlarda bir araya gelmesi ve ortak çalışmalar yürütmesi gerekiyor. 

“ÖLÇÜMLERDE BİLE GÖÇMENLER YOK SAYILIYOR”

ATGB kurucu üyesi gazeteci İrfan Ergi:

Artık burada kalıcı olduğumuz ortaya çıktı. Medyada anadilde katılımın olması bir demokratik haktır. Vergi mükellefeyiz ama temsilde ve hakların dağıtımında bunlardan yararlanamıyoruz. Göçmenlerin sadece haber konusu olarak kullanılması sıkıntılı bir durum. Medya hâlâ buradaki azınlığı kullanmaya devam ediyor. Ne yazık ki bu talepler gereken noktalara iletilemedi. 20 milyon göçmen kökenli insan ölçümlere dahil edilmiyor. Almanya’da 450 televizyonun 400’ü kamu televizyonu. 8 milyar avroyu kamu televizyonları, 4-5 milyar avroyu ise özel kanallar alıyor. 14 milyar avroluk pastadan Türkler yararlanamıyor. Parlamenter demokraside yaşıyoruz ve anayasaya bağlıyız. Dolayısıyla Alman anayasası fikir ve ifade özgürlüğünü düzenliyor. Bu konunun kamuoyunda sıklıkla ele alınması gerekiyor.

ATGB – FRANKFURT

FOTO: Photo by Jonas Leupe on Unsplash

Çevrimiçi Gazetecilikte Fikri Mülkiyet Hakları Sorunu: “Telif hakkına dikkat edilmezse iflasa sürükler”

Avrupa’daki Türkçe haber portallarının ve gazetelerin yayıncıları “Çevrimiçi Gazetecilikte Fikri Mülkiyet Hakları Sorunu”nu masaya yatırdı. Yayıncı ve gazeteciler telif hakkına gerekli özen gösterilmezse kesilecek cezaların iflasa yol açabileceğine işaret ettiler.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) dijital olarak gerçekleştirilen “Dünden Bugüne Avrupa’daki Türkçe Medya I. Dijital Sempozyumu”nun altıncı bölümünde “Çevrimiçi Gazetecilikte Fikri Mülkiyet Hakları Sorunu” mercek altına alındı. 

https://youtu.be/fXGEFBhaZPs

Programda “Telif hakkı ne zaman ihlal edilmiş olur?”, “İhlal durumunda neler yapılabilir?”, “Fotoğrafların hangi siteler tarafından kullanıldığı nasıl tespit ediliyor?”, “Avrupa’daki Türk yayıncılar, gazeteciler dijital dünyada  ihlal cezalarına karşı nasıl korunuyor? Hukuk sigortaları ve avukatları var mı?” sorularına yanıt arandı. Moderasyonunu ATGB üyesi ve Yeni Posta gazetesi kurucusu Mustafa Bozdurgut’un üstlendiği toplantıda konuşmacılar çevrimiçi yayıncılığın giderek yaygınlaştığı ve geleceğinin parlak olduğuna işaret ederken, Türkiye kökenli yayıncı ve gazetecilerin hukuki, teknik ve maddi açıdan zorlandığına dikkat çektiler.

Özellikle telif hakları konusunda uzman hukukçu ve sigortalarla gazetecilerin bağlı oldukları meslek örgütleriyle toplu anlaşmalar yaparak uygun imkânlardan yararlanabileceği vurgulanan konuşmalarda “kopyala yapıştır”, “habere takla attır”, “birebir tercüme” ve “fotoğrafı izinsiz alıp yayınlamak” gibi konuların gazetecilerin başını ciddi şekilde  ağrıtacağı da belirtildi. 

ATGB‘nin Facebook sayfasında ve Zoom üzerinden canlı yayınlanan toplantıya, ATGB üyesi – ATMB Başkanı, Birlik gazetesi Kurucusu Dr. Latif Çelik , ATGB üyesi – Almanya Bülteni Redaktörü Arif Şentürk , ATGB üyesi ve “ha-ber.com” sitesi imtiyaz sahibi

M. Sefa Doğanay  konuşmacı olarak katıldı. 

Yayın organlarının yasal zeminde sağlam olmaları gerektiği ve künyelerinin de hukuki açıdan sağlam hazırlanması gerektiği bildirilen toplantıdan satır başları ise şöyle:

“KİŞİ, ÜRETTİKLERİNİN SAHİBİDİR”

ATGB üyesi – ATMB Başkanı, Birlik gazetesi Kurucusu Dr. Latif Çelik:

İnternetin hızına, internet hukukunun yetişebilmesi çok zor görünüyor. Sürekli yeni modeller keşfediliyor. Şu anki internet hukuku hak arayışında çok yetersiz. Telif hakları konusuna gelince, resmi ve metni ben üretiyorsam bana aittir. İlle de tescil ettirmek gerekmez. Karşı taraf ise kanıtlamak zorundadır. Telif hakkının korunması temel hukukun korunmasıdır. Kişi ürettiklerinin sahibidir. 

“KURUMLARDAN GELEN HABER BÜLTENLERİNDEKİ RESİMLERE DİKKAT”

Telif hakkı ihlali herkesin başına az çok gelmiştir. Bavyera’da eyalet hükümetinden resimler bültenlerle birlikte aynı mailde geliyor. Biz de haberi yayınlarken parti ismini yazıyorduk. Ancak bu da yetersiz oluyormuş. Resmin ve yazının telif hakları birbirinden farklılık gösterebiliyor. Bu nedenle kurumlardan gelen haber bültenlerinde fotoğrafın telif hakkını dikkatlice incelemek gerekiyor. Diğer taraftan 1840’lardan itibaren hariçte Türk basın tarihini kaleme alıyorum. Elbette o dönemden bugüne telif hakları da yer alacak. 

“MUTLAKA HUKUKÇU İLE HAREKET EDİN”

Gazetecilerin, yayıncıların bu konuda uzman olan hukukçularla işbirliğine gitmesi gerekir. Örneğin bin küsur avroluk faturayı bile avukatım konuşarak 100 avroya indirmeyi başarmıştı. Çünkü abartılı faturalar gelebiliyor. Sehven de yapılsa cezai yaptırımı var. 

Sigorta, avukat şart, bir de görsellerin seçiminde dikkatli olmak gerek. Türkiye’deki büyük gazetelerin Avrupa’daki gazetelerin haberlerini izinsiz kullanmasının önüne geçmek ise sanırım mümkün değil. Ajanslar bile fotoğrafları izinsiz kullanıyorsa bizim işimiz çok zor. Fakat görseller konusunda gerçekten çok ciddi tehlike var. Yıllar sonra bile sizi bulup ceza kesiyorlar. Bu hassas konuda defalarca meslektaşlarımızı uyarmak gerek. 

Ben internet gazeteciliğinin geleceğini parlak görüyorum. Çevrimiçi yayıncılık giderek yaygınlaşıyor. Hukukçularla ve sigortalarla toplu anlaşmalar yaparak uygun imkanlardan yararlanabiliriz. 

 “TELİF HAKLARI HABER PORTALLARI İÇİN BÜYÜK SORUN”

ATGB üyesi – Almanya Bülteni Redaktörü Arif Şentürk: 

Telif hakları konusu online yayın yapan gazeteler için büyük sorun. Almanya’da elbette Türkiye’ye kıyasla yasal açıdan daha güçlü. Öncelikle künyenin iyi oluşturulması gerekiyor. Künyede sorumlu kim ise o kişi sorumlu tutuluyor. Günümüzde izinsiz kullanılan resimler kolayca tespit ediliyor. 

“İZİNSİZ KULLANILAN GÖRSELLERİN TESPİTİ ARTIK ÇOK KOLAY”

Google’un yeni uygulamasında  arayacağımız resmi arama motoruna koyabiliyorsunuz. kimler kullanmış tespit ediliyor. Listeleniyor. Diğer takip yöntemi ise fotoğrafın içine takip kodu konabiliyor. Kim indiriyorsa İP’si size bildiriliyor. Bu nedenle resimleri titizlikle yayına almak gerekiyor. Siteden resmi kaldırdınız diyelim. Sosyal mecradan da kaldırmak gerekiyor. Ancak bu işle ilgilenen hukuk bürosu sayfanın screenshot’unu aldıysa ya da almasa bile internetin hafızası var orada da kopyalanmış olabiliyor. Bu resimlerin sahipleri de genellikle büyük ajanslar. Bu nedenle bununla ilgilenen hukuk büroları var. Onlar ajanslara şu teklifle gidiyorlar: ‘Takip hakkını verin, bize de pay verin’. Avukatlar hem işlem parasını kullanıcıya yüklüyor. Ayrıca bir fotoğrafçının çektiği resmin bedeli 100 avro ise ajansın servis ettiği 20 avro. Avukat fotoğrafçının bildirdiği bedeli talep ediyor. 

“AJANS ABONELİKLERİNDE ÜLKE SINIRI ÖNEMLİ”

Ayrıca ajans aboneliklerinde de dikkatli olmak gerek. Ajans faaliyet gösterdiği ülkeyle hakları sınırlamış olabilir. Bu noktaya da özen göstermekte yarar var. Telif haklarına dikkat edilmezse gerçekten de iflasa dek konu sürüklenebilir. Hukuk sigortası yaptırmak mutlaka gerekiyor. 

Birebir metinlerin, başlıkların kopyalandığına tanık oluyoruz. 

“EMEK HIRSIZLIĞINA GEÇİT YOK”

Emek hırsızlığı çok kötü ve müsamaha göstermemek gerekir. Bir de haber tercümesi gibi sorunlu bir konu var. Birebir tercime edemezsiniz.  Bunun da müsaadesi yok. Tercüme eden kaynağı bildirilerek alıntılarla yayınlayabilir. Ayrıca habere takla attırsanız da kaynak bildirmek gerekir. Özet tercüme olmalı. Birebir değil. Telif hakkı talep edilmeyen siteler var. Pixabay gibi yerler var. Şöyle bir risk var. Hepsinin kullanım şartlarını okursanız her resim ile ilgili kurallar olduğunu görürsünüz. 

“ÇEREZ UYARILARI AB NORMLARINA UYUYOR MU?”

Ajansların videolarını YouTube kanalında yayınlama hakkımız yok. Bu konuya da hassasiyet göstermek gerekir. Uzun vadede YouTube da buna müsaade etmeyecektir. 

Bir de çerez uyarıları var. Hepsini onaylayıp geçiyoruz Bu çerez uyarılarının AB’nin kanunlarıyla uyumlu olması gerekiyor. Böyle olmayan siteleri avukatlık siteleri uyarmaya başlayacak. Yayın organının yasal zeminin de sağlam olması gerek. 

“ACELEDEN YA DA BİLMEDEN İHLAL ETTİM VE CEZAMI DA ÇEKTİM”

ATGB üyesi – ha-ber.com imtiyaz sahibi M. Sefa Doğanay:

Aceleden zaman zaman da bilgisizlikten telif hakkını ihlal ettim, cezasını da çektim. Dikkat etmezseniz iflasa dahi sürekler. Bizim ilk günden bu yanan bir hukuk danışmanımız var. Teknolojinin ilerlemesi ile 1993’ten itibaren, televizyon kanallarının çoğalması, internetin hız kazanması ile insanlar ürünlerine, işlerine sahip çıkmak istediler. Bugün ise değerli bir konu olmaya başladı. Birincisi ahlaki değil. Birisinin ürettiği eseri, makaleyi, haberi alıp yayınlamak uygun değildir. Telif haklarına dikkat edilmezse gerçekten de iflasa dek konu sürüklenebilir. Meslektaşlarımızın bazıları takla attırma yöntemine başvuruyorlar. 

“GÖRSELLERE RESİM TAKİP KODU KOYUYORLAR”

Elbette itirazlarımız oluyor, uyarılarda bulunuyoruz. Agentur59.de diye resim paylaşım sitesi var. Bu sitede resimlere takip kodları koyuyorlar. Görsellerin yer aldığı ajansın sitesinde o resmin tutarı 10 ya da 15 avro olmasına rağmen hukukçu fotoğrafı çekenin talep ettiği bedelin üzerinde, örneğin 480 avroluk fatura gönderebiliyor. Bir ajansın haberinin yanındaki bir görseli kullandık ve bize 7 ay sonra avukattan yazı geldi ve ödeme talep ettiler. Birkaç defa ceza ödedim ama kimseye fatura çıkartmadım. Bu da benim eksikliğim. Ancak hukuk sigortasına başvurdum ve ‘Berufshaftpflicht’ yaptırdım. Sigortaları yaptırırken de dikkat etmek gerekir. Telif ihlalini iyice inceliyorlar ve her şeyi de üstlenmiyorlar. 

“EN HIZLI BEN YAYINLAYAYIM DERKEN CEZA ALMAYIN”

En hızlı ben yayınlayayım derken dikkat etmezseniz sonuçlarına katlanmak gerekir. Ajansların abonelik sözleşmelerini çok iyi okumak gerekiyor. 

Online gazeteciliğin önü ise çok açık. Teknolojinin nasıl ilerlediğini görüyoruz. Dijitalleşmeye dev yatırımlar yapılıyor. Türkçe konuşan bir hukuk uzmanına ihtiyaç var. ATGB bu konuda katkıda bulunursa ve toplu olarak başvurabilirsek çok sevinirim. 

 “HABERİ BİREBİR KOPYALAYIP YAYINLIYORLAR”

ATGB üyesi  – Yeni Posta gazetesi kurucusu Mustafa Bozdurgut:

Armin Laschet hakkında İsmail Tipi bir yazı kaleme aldı. Yazdı çizdi, kaleme aldı ve gönderdi. Hemen yayınladık. Bir site bunu birebir almış. Müsaade almak yok. Haberin başlığına bir iki bir şeyler yazıp haberi ve fotoyu kullanmış. Online gazetelerin mutlaka dikkat etmesi gerekiyor. Sorunlarımız hep tek tek vardı ancak toplu olarak masaya yatırmak birçok noktayı da ışığa çıkardı. 1992’de yayına giren Yeni Posta gazetesi 1997’de haber portalı kurdu, ama o zaman portala kimse bakmıyordu, şimdi ise online gazeteler hızla yayılıyor. Dijital yayıncılığın geleceği parlak, ancak hukuki, teknik konular zorluyor. 

ATGB – ULM

ATGB Dijital Sempozyumu: “Sektörel yayıncılık değişime ayak uyduramıyor”

Avrupa’daki sektörel dergilerin yayıncıları ve uzmanlar özellikle Türk gıda sektörü ve döner sektörlerinin milyarlarca avroluk cirolarına rağmen kıtada güçlü bir sektörel yayıncılıktan söz edilemeyeceğine vurgu yaptılar. 

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) dijital olarak gerçekleştirilen “Dünden Bugüne Avrupa’daki Türkçe Medya  I. Dijital Sempozyumu”nun beşinci bölümünde, sektörel dergilerin gazetecilikteki rolü mercek altına alındı. 

Döner, düğün, inşaat, kozmetik, kuaförlük gibi alanlarda sektörel Türkçe yayınların gerek üreticiler arasında gerekse üreticilerle tüketiciler arasında köprü rolü üstlendiği belirtilerek, sektörel açıdan iletişim ve bilgilenmeye önemli bir destek sağladığı kaydedildi.

Moderasyonunu ATGB Yönetim Kurulu Üyesi ve Belçika Temsilcisi, gazeteci-yazar Fikret Aydemir’in üstlendiği tartışmada, sektörel dergicilikte uzman kadro, finanasman eksikliği, sektör araştırması ve analizi, dijitalleşmede dönüşüm ve değişim eksikliği gibi konular üzerinde duruldu. 

Avrupa’da Türkçe yayıncılıkta sektörel dergiyi okurla buluşturanların birlikte hareket etmeleri ve Avrupa çapında bir portalda işbirliğine gitmeleri çağrısı da yapıldı.

ATGB‘nin Facebook sayfasında ve Zoom üzerinden canlı yayınlanan toplantıya, Avrupa Türk Gıdacılar, Perakendeciler Platformu (ATGPP) Koordinatörü Volkan Aydın, Dönerci dergisi yayıncısı Osman Söyler, ATGB Yönetim Kurulu Üyesi, Saymanı ve Halal-Welt Yayıncısı Kemal Çalık konuşmacı olarak katıldı.

68 milyar ile helal sektörünün, yaklaşık 25 milyar ile market ve toptancıları içeren Türk gıda sektörünün Avrupa’da güçlü bir sektörel yayını bulunmadığına dikkat çeken konuşmacılar, şirketler tarafında halen reklamın gücünü algılayan bir yapı bulunmadığını, yayıncı tarafında da olaya sadece “reklam alma” açısından yaklaşıldığı vurgulandı. 

https://youtu.be/R71-KMLH2V0

ATGB’nin dijital sempozyumunda şu görüşler öne çıktı:

ATGB Yönetim Kurulu Üyesi ve Belçika Temsilcisi, gazeteci-yazar Fikret Aydemir:

Türkiye’deki gazete ve dergilere baktığımızda, 2000’li yıllarda toplam 4 milyon 500 tirajı olduğunu görüyoruz. Sonrası ise endişe verici. 2010 yılında bu rakam 2 milyon 439 bine, 2019’da da 1 milyon 186 bine düşmüş. Türkiye’de bugün 5 bin 485 yayın organı mevcut ve bunun 3 bin 150’sini dergiler oluşturuyor. Avrupa’daki Türkçe sektörel yayınların ise zorluklarla okurla buluşturulduğuna tanıklık ediyoruz. İlan alabilmek için ucuza reklam yapanlar gerçekte ciddi anlamda reklam yapamazlar. Cüzi miktarlar karşılığında alınan reklamların ne yazık ki  ömrü uzun olmuyor. Çünkü ucuz reklam, ürünü sattırmıyor. Dolayısıyla şirket de bir daha ilan vermiyor ve bu, yayıncıları zorluyor. Bu bir kısır döngü. İletişim ve birlikte hareket etmek çok önemli. Yayıncılarla sektördekilerin acilen bir araya gelmesi gerekiyor. 

https://youtu.be/Iue4u1nP-lE

“TÜRK GIDA SEKTÖRÜNDE PROFESYONELLER YOK”

ATGPP Koordinatörü Volkan Aydın

Avrupa’daki Türk gıda sektöründeki market ve toptancıların toplam cirosu yaklaşık 25 milyar avro. Böyle güçlü bir alanda, Türk gıda sektöründe ne yazık ki profesyoneller, danışmanlar, uzmanlar yok. Dolayısıyla sektörel yayınları yok. Avrupa’da 10 bin civarında market, 1500’e yakın toptancımız, 1500’e yakın üreticimiz var. Tekrar söylüyorum, buna rağmen profesyonel bir birliktelik yok. Avrupa’daki Türk medyası değişime ayak uyduramayan bir yapı var. Sektörler hep kendi içerisinde kalıyor. Almanya’daki şirketlerin Türklerin dışındaki kesimlerle yani Alman ve diğer etnik sektör içinde olan farklı kültürdeki insanlarla ilişkileri de eksik. Dijital medya ise çok önem kazanıyor. 

“BÖLGESEL YAYINLAR ÇOK DAHA ŞANSLI”

Eski yapılar bu dönüşümü gerçekleştiremiyor. Bölgesel yayınlar çok daha şanslı. Avrupa’ya yakışır bir Türk medyasının eksikliğini görüyorum. Halen daha reklamın gücünü algılayan bir yapı söz konusu değil. Yayıncı tarafı da, olaya sadece ‘reklam alma’ gözüyle bakarsa, olmaz. Şirketlerin, reklam değerini algılaması gerekiyor. Sektördekilerle yayıncıların birbirlerini tamamlamaları gerekiyor. Yayıncıların detay çalışması yapması gerekiyor. Zihniyet değişikliği gerekiyor. 

https://youtu.be/gR1y2GP7dRY

“BERABER HAREKET ETME KÜLTÜRÜ EKSİK”

Ortak çalışmalar yapılması gerekiyor. Yayıncıların formatı değiştirmesi gerekiyor. Detaylı seminerler organize etmesi gerekiyor. Türk gıda sektörünün kendi sıkıntıları var. Beraber hareket etme kültürümüz yok. Bilgilendirme ve haberdar edilmesi konusunda eksikler tamamlanmalı. Maddi kaynak, konuya reklam olarak bakılması ve birlikte hareket edilememesi, iletişim eksikliği söz konusu. Değişime ayak uydurmak gerek.

Salgın gıda sektörüne yaradı. Marketler yüzde 55 gibi daha fazla iş yaptı. Türk ürünlerine ilgi çoğaldı. Şu anda da ilgi devam ediyor. Avrupa Türk gıda sektörü için güzel gelişmeler oldu ve önemli bağlantılar kuruldu. Bir yılda satılacak kolonya iki haftada satıldı. Kolonyanın da Avrupalılar tarafından tanınması sağlandı. Fakat kendi içimizde kaldığımız sürece, sorunları aşamıyoruz. Farklı alanlarla işbirliği çözüme götürür.

“BÜYÜK POTANSİYEL VAR AMA KULLANAMIYORUZ”

Dönerci dergisi yayıncısı Osman Söyler:

2001’de Türk gıda dergisini kurduk. Dergimizde 20 yıldan bu yana marketleri, toptancıları, üreticileri işliyoruz. Fuarlara yönelik çalışmalarımızı da sürdürüyoruz.  Diğer taraftan Team  adında bir haber araştırma dergimiz de vardı ve bunu 2006’ya dek devam ettirdik. 2005’te ise Dönerci dergisini yayınlamaya başladık. Dergiyi postayla adreslere gönderiyoruz. Et işleme, baharat paketleme ekipman ve dönercilere hitap ediyor. Alman, Belçikalı, Avusturyalı, Polonyalı firmalar da hitap ettiğimiz kitle arasında yer alıyor. Yılda bir çıkan Dönerci kataloğumuz var, o da 13 yıldır çıkıyor.

Büyük bir potansiyel var, ama bu potansiyeli işleme konusunda ve gücü değerlendirme açısından çok başarılı değiliz. Döner sektöründe üreticiler arasında Bangladeşli, Pakistanlı, Kuzey Afrikalı, Faslı da var. Onlar çok başarılılar. 

“AVRUPA’YA YÖNELİK İÇERİK ÜRETMİYORLAR AMA PASTA PAYI İSTİYORLAR”

Öte yandan geçmişte günlük gazeteler vardı ve çok güçlü yayıncılık söz konusuydu. Şimdi hâlâ varlar, ama sayıları çok düşük. Belli ki daha da düşecek. Avrupa’ya yönelik televizyon programları ise buraya özel içerik üretmektense pasta payından yararlanmaya bakıyorlar. Son dönemde internet yayıncılığı ve yerel gazeteler daha iyi durumda. Medyadaki arkadaşların büyük bölümü imkânlarını zorlayarak, gönüllü gazetecilik yapıyorlar. Bu da verimliliği düşürüyor. Keşke imkânlar yaratılsa. Gelecekte bu da olacaktır.  

Diğer taraftan Avrupa’daki Türk işletmelerinin ilk müşterileri Türklerden oluşuyor. Hem ürün hem müşteri portföyü Türkler. Sonra diğer ülkelerden gelenler devreye giriyor.

“TOPTANCILAR VE ÜRETİCİLER REKLAM VERMEK İSTEMİYORLAR”

2004 yılında bir düğün dergisi çıkarmak istedik ama inceledik kendini taşıyacak durumu olamadığını gördük. İşadamlarının sahiplenmesi durumunda sektörel yayınların geniş alana yayılması ise mümkün. Türk Gıda dergisinin temel ayağını üreticiler, toptancılar ve marketler oluşturuyordu. Ancak sorun şu ki, toptancı ve üretici konumundakiler reklam vermeye ihtiyaç duymuyorlar ve öyle cüzi bir rakam vermek istiyorlar ki, kabul etmek mümkün değil. 

“SEKTÖREL DERGİLER YOKKEN ÜRETİCİLERİN BİRBİRİNDEN HABERİ BİLE YOKTU”

Toptancılar, üreticiler sektörel dergi yokken birbirinden haberdar bile değildi. Şimdi sektörel yayınlar sayesinde birbirlerinin kullandığı tekniği, farklılığı görüyorlar ve bu yayınlar aracılığı ile iletişime geçiyorlar. 

Restoranlar arasında bilgi akışını sağladık. Dönerci dergisi olmasaydı sektör hakkında kimse doğru dürüst bir şey bilmiyordu. Oysa dönercilik alanında 700  üretici 50 bin restoran ve imbis var. Almanya’dan Kuzey Kore’ye dek döner satılıyor. 

“DÜĞÜNDE DE DÖNERDE DE DURUM AYNI”

Avrupa’daki marketlerde pişmiş hazır döner satılıyor. Bir değil birkaç dergiyi besleyebilecek yapılar var. Ancak bu güçlü alana rağmen hâlâ zorlayarak yayınları bir yere getirebiliyoruz. Düğünde de dönerde de bu böyle. Oysa tüm bunlar insanımızın, kültürümüzün zenginliğidir.

https://youtu.be/hCLmaFK6R1I

“ALMANYA, AVRUPA’NIN EN BÜYÜK DÖNER İHRACATCISI”

Avrupa’nın en büyük döner ihracat eden ülkesi Almanya. Dolayısıyla kazançlı ülke Almanya  oluyor. Döner artık Avrupa’nın bir ürünü oldu. Döner Almanya’nın önemli ihracat kalemlerinden biri haline geldi. 

Yayıncı olarak piyasaya artı değer üretiyorsunuz. Bu işi yapan arkadaşlar buna ihtiyaç olduğunun farkında dahi değiller. Yayında reklamda menfaati olmuşsa ilgisi artıyor. Bununla birlikte yetişmiş insan kaynağı da yetersiz. Finansman eksikliği var. Avrupa genelinde bir platform oluşturulup herkes bu platrforma katkı sağlayabilir. Böyle bir yapı olsa çok daha güçlü bir ses çıkabilir. Avrupa’daki Türk işadamlarına doğru projeler sunularak, kaynak yaratılmalı. Bölgesellikten kurtulmak ve geniş alana yayılmak gerekiyor. 

Öte yandan salgın döneminde işletmelerin yüzde 70’i faaliyetlerine devam edebiliyor.

 “ÜRETİCİLERE ÖZEL HELAL YAYINCILIK YAPIYORUZ”

ATGB Yönetim urulu Üyesi, Saymanı ve Halal Welt Yayıncısı Kemal Çalık:

Beş senedir Halal Welt’i internet üzerinden Almanca yayınlıyoruz, son bir buçuk senedir de İngilizce arada sırada Türkçe haberler var. Helal gıda, turizm, finans moda bileşim teknolojisini anlatıyoruz. Hedef kitlesi de bu alanlarda uğraşan şirketler. Daha çok profesyonellere yönelik bir yayın aslında. Ancak tüketicilere de hitap ediyoruz. Tüketicilerle webinar da yapıyoruz. Tüketicileri üreticileri buluşturacağız.  

“RAKİBİMİZ SADECE MEDYA DEĞİL, KARŞIMIZDA FACEBOOK VE GOOGLE VAR”

Avrupa’daki Türk ulusal gazeteleri ve televizyon kanallarının artık etkisi ve gücü kalmadı. Bölgesel gazeteler önem kazanıyor. İnternet gazeteciliği önem taşıyor. Kitleye göre gazetecilik ve dergiciliğin önemli olacağını düşünüyorum. Kadınlara, gençlere yönelik. 

Reklam konusunda biz de zorluk çekiyoruz. Rakibimiz sadece medya değil karşımızda Facebook ve Google var reklamların bir kısmını alıyorlar. 

AVRUPALI MEDYA KURULUŞLARI İLE İŞBİRLİĞİ

Şirketler kendisi yayıncılık yapıyor. Kendi bloglarını yapıyorlar. Kendi gıda örgütünün yayınını yapıyor girişimciler. Sektörel yayıncılar başka alanlarda çalışarak dergiyi finanse etmeye çalışıyorlar.  Piyasayı iyi takip etmek gerekiyor, analizler araştırmalar sunmak gerekiyor. Avrupalı medya kuruluşlarına işbirliği için bazı tek tük girişimler oldu . Bir ara Euroturkhandel vardı örneğin. Bu alanda işbirliklerini arttırmak gerekiyor.

ATGB SEMPOZYUMU DEVAM EDİYOR

Öte yandan ATGB’nin organizasyonuyla gerçekleştirilen sempozyum kapsamında, her pazar farklı başlıklar altındaki tartışma programları 29 Kasım’dan bu yana Zoom üzerinden sosyal medyada yayınlanıyor. ATGB, 11 Nisan 2021 tarihine dek online platformdan hazırlayıp sunacağı sempozyum sürecinde şu başlıklara da ışık tutulacak:

– Türk hükümetlerinin/devletinin Avrupa’daki Türkçe medyaya bakışı. 

– Alman devlet radyo ve televizyonlarının ülkedeki Türkçe konuşan insanlara yönelik medya politikaları. 

– Türkiye kökenli gazetecilerin Alman medyasının şekillendirilmesine etkisi. 

– Yerel Türkçe gazeteler, Türkçe medyanın gerçek kurtarıcıları mı? 

– Avrupa’daki sürgün gazetecilerin durumu.

ATGB’den yapılan açıklamaya göre, bu sempozyum toplantıları sonunda ortaya çıkacak Avrupa’daki Türkçe medyanın durumuna ilişkin tablonun, belge niteliğinde bir rapora dönüştürülmesi planlanıyor.

ATGB – STUTTGART

KAPAK FOTO: unsplash

ATGB’nin Dijital Sempozyumu: “Avrupa’daki ilerici gazeteciler birleşmeli”

Türkiye’deki gerici siyasetin Avrupa’daki Türkçe medyayı da şekillendirdiğine işaret eden medya çalışanları Avrupa’daki ilerici gazetecilere bir yayın etrafında birleşme çağrısında bulundular.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) “Dünden Bugüne Avrupa’daki Türkçe Medya  I. Dijital Sempozyumu”nun dördüncü bölümünde gerçekleşen diijital buluşmada, ana akım medyanın karşısında alternatif medya aracılığı ile gerçeklerin sorgulanabildiği kaydedilirken, toplantıda ilerici, eşitlikçi ve özgürlükçü gazetecilerin güçlerini birleştirme çağrısı yapıldı. 

“Teknoloji , yapısal değişim ve Türkçe medyanın geleceği? Yeni medya modelleri” ana başlığı ile ATGB‘nin Facebook sayfasında ve Zoom üzerinden canlı yayınlanan toplantıda, sosyal medyadaki videolu habercilik/yayıncılık ne durumda, internet gazeteciliği, bloglar ve sosyal medyanın Türkçe medyaya etkisi ile Almanya’daki Türkçe medyanın İstanbul eksenli yayıncılıktan kopuşu, Avrupa merkezli yayıncılığa yönelişi gibi konular ele alındı.

ATGB İrlanda Temsilcisi, gazeteci-yazar Çağdaş Gökbel’in moderasyonunu üstlendiği toplantıda, konuşmacılar Türkiye’de 80 darbesi ve ardından 2002 ile devam eden medyadaki dönüşümü karşılayan ilerici bir filtrenin oluştuurlamadığı, Avrupa’daki solun da bu konuda başarısız olduğunu vurguladılar. Öte yandan geçmişte Türkçe ve Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri konularına geniş yer verildiğini ancak günümüzde yeterince işlenmediğine de dikkat çeken konuşmacılar Avrupa’daki Türkçe medyanın siyasi araç olarak kullanılmasına karşı gerçeği yazan ve sorgulatan gazetecileirn kıtada daha da güçlü bir şekilde örgütlenmesi gerektiği kaydedildi.

Gazeteci-Yazar/ATGB Kurucu Üyesi Osman Çutsay, Karantina TV / ATGB Türkiye Temsilcisi ve Kurucu Üyesi Recai Aksu ve Odak Dergisi’nden serbest gazeteci Seda Şanlıer’in katıldığı  toplantıda Avrupa’da Türkçe medyada görev yapan gazetecilerin yaşadıkları ülkelerin dillerini  iyi konuşmaları ve gündemini ise iyi takip etmeleri gerektiği de vurgulandı.

“AVRUPA’DA DA CENNETTE YAŞAMIYORUZ”

Toplantıda öne çıkan başlıklar özetle şöyle:

Çağdaş Gökbel:

80 darbesi medyayı değiştirdi. Medya holding sahiplerinin, patronların eline geçti. Dolayısıyla haberler ve içerikler dönüştü. Bu dönüşüm 2002 yılında AKP ile devam etti. Teknik ilerleme ile gerçek ötesi bir çağa geçiş yaptık. Sosyal medya ile daha da demokratikleşeceğimiz söylenirken kitle kültürünün yayıldığına şahit oluyoruz. Ana karadaki çöküş, siyasi, iktidar, kültürel çöküş Avrupa’daki Türkçe konuşanları olumsuz etkiliyor. 

Öte yandan Avrupa’da hayali bir cennette yaşandığı sanılıyor. Türkiye’de basın özgürlüğü tartışılırken kendimi İrlanda’da da sınırsız özgürlüklere sahip bir gazeteci olarak hissetmiyorum. İrlanda’da merkez medyaya salgın boyunca mültecilerin trajedilerini ilettim. Ardından sosyal medyada linç edildim.  Diğer taraftan Türkiye’de, Avrupa’dan  gerçeği yazan gazetecilere de direkt terörist etiketi yapıştırılıyor. Elinde ciddi sermaye olan güç odaklarının sosyal medyaya girmesiyle yeniden eşitsizlik ortaya çıkıyor. Sonuçta o vasat içerikler sosyal medyaya taşınmış oluyor.

Bununla birlikte Can Dündar’ın 15 Temmuz belgeselinde ise hiçbir şey yoktu. Bu konuda onlarca benzer video vardı zaten, oradan alıp izleyebilirdik. Sosyal medya alanını verimli kullanmak çok önemli.

“AVRUPA’DA İLERİCİ BİR MEDYA FİLTRESİNE İHTİYAÇ VAR”

Osman Çutsay

Avrupa’da 80’den sonra Türk gazeteciliği sıçrama yaşadı. 90’ların sonunda günde en büyük gazete 100-120 bin gazete satabiliyordu. Türkiye’de son dönemde iki faşist darbe gördük. 1980 ve 2002. Dolayısıyla bu rejim dönüşümlerini, gerici yönsemeyi Avrupa’da da Türk medyası üzerinden gördük. Aslında artık daha da ilerleyen her gün yinelenen bir darbeler dönemi yaşıyoruz. 

Türk medyasının ilerici bir filtreye ihtiyacı var. Gerici yönsemeyi Avrupa çapında göğüsleyen bir filtre. Türkiye’de ilerici bir filtre işlevi zaten yoktu. Gerici dalgayı Avrupa’da da sürdürmek istiyorlar. Avrupa’daki sol ise bunun altında kaldı. 80’li yıllarda buraya geken Türkiye solu birer ceset halinde döndü Avrupa’dan. 

Avrasya haritasına baktığımızda Almanca kültür sahasında yaklaşık 100 milyon, Rusya  kültür sahasında 150 milyon ve 100 milyonluk Türkiye Türkçesinin egemen olduğu bir alan var. Yani iki büyük kültür alanın ortasında Türk kültürü var. Avrupa’da ise 5-6 milyonluk Türkçe kullanan insan kitlesi yaşıyor. Teknolojik atılım insanları birbirine çok yaklaştırdı. İlerici gazetecilik hareketi neden ilerici gazetecilik oynayan gerici gazetecilerin gerisine düştü? Oysa gazetecilik bir direnç alanı oluşturmaktır. 

Türkiye’de olup bitene Türkçe ve yerel diller üzerinden müdahale ederek bir şeyler yapmalıyız. Filtre yaratmaktan korkmayalım. Jakobence davranmamız lazım.

“HÂLÂ ‘GURBETÇİ’ DİYE BAŞLIK ATMAK GERİCİLİKTİR”

Haber üretmek zorundayız, görüş üretmek değil. ‘Gurbetçi’ kavramının gerici bir kavram olduğunu hâlâ anlamadı insanlar. Devletin ajansının başlıkları bile ‘gurbetçi’ sözcüğü ile dolu. Buradaki insanımız gurbetçi değil, yerleşik. Ne demiştik? Üç büyük kültür alanının ortasında Türkçe üzerinde yükselen bir kültür var. Üç de aydın hareketi var: Alman, Rus ve Türk. Buna uygun hareket geçmemiz gerekiyor. Görüş değil haber ve analizler üreterek.

Zaman çok kötüleşecek. Avrupa gerici bir döneme giriyor. Bütün kazanımlar ortadan kalkıyor. Almanya’da faşist hareket daha ağır bir varlık gösterecek. Fransa’ya, İngiltere’ye bakın. Yapacak çok işimiz var. 

“HABER, İÇERİK ÜRETMEK ZORUNDAYIZ, GÖRÜŞ DEĞİL”

Türk, Rus ve Alman olmak üzere bu üç kültür alanını iyi değerlendirmek gerek. 90’ların sonundan bu yana Türkçenin felaketine tanık olduk üstelik. Önemli olan içerik üretmek, neye katkıda bulunuyorsunuz? Almanya jeoekonomik bir güç. Türkiye Almanya’nın alt ekonomisidir. Alman demokrasisinden farklı Türk demokrasisi olduğunu mu sanıyorsunuz? Buraya gelenleri görüyoruz. Tekrar edeyim: 80’deki faşist darbeden buraya kaçan devrimciler sonunda birer ceset olarak “memleketlerine” döndüler. 

“ALMANYA 80 DARBESİNDEN BİRİNCİ DERECEDEN SORUMLUDUR”

Alman demokrasisi 1980 darbesinden birinci derecede sorumludur. 24 Ocak kararlarını birebir destekledi. 2002’de ise destek verenler Alman sosyal demokratları ve Yeşiller’di. Bunlardan özgürlükçü medya mı bekleyelim? Can Dündar’ın son yaptığını gördünüz. 15 Temmuz belgeseli ile adeta herkesten özür diliyor. Türkçe üzerinde zıplanan ilerici bir irade gerekiyor, Avrupa’ya hegemonlarına karşı kurulmuş bir iradeye ihtiyaç var. 

Diğer taraftan gerçeği veren bir gazeteci iseniz, derin Almancayı üretenlerle ilişkiye geçeceksiniz. Bir araya gelmek lazım. ATGB gibi oluşumlar bu nedenle çok önemli. Herkes birbirine Türklük ve demokratlık şampiyonluğu veya propagandası yapmasın. Avrupa’da Türk medyası yok, ama tek tek işler var. Saha batmış durumda. Sözcü de satmıyor. Haber üretemiyorlar çünkü. 

“CUMHURİYET TÜRKÇESİNİ YOK ETMEK İSTİYORLAR”

Cumhuriyet Türkçesini yok etmek istiyorlar. 1923 projesi Ekim devriminin rüzgarı ile kurulmuştur. Bu dilin, anadilimizin içinde özgürleştirici alanlar var. Generallerin ilk işlerinden biri TDK’yı değiştirmek oldu zaten. Laikliğe yakışır bir habercilik yapmak zorundayız. Teknoloji her zaman yeni alanlar açar. Artık duvar gazetesi yapmıyoruz. Yeni alanlar üretmek, eşitlik ve özgürlüğü işlemek gerekir. 

“BURASI NEVŞİN MENGÜ’NÜN BAHÇESİ DEĞİL”

Burası Nevşin Mengü’lerin bahçesi değil, bizim onlardan öğreneceğimiz bir şey yok. Uğur Mumcu’nun gerçek oğulları Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’dır.  

Kim finanse ediyor? Örneğin demokrasiyi? Sadece paradan söz etmiyorum. 

Çektiğimiz acılarla Nevşin Mengü’yü, Can Dündar’ı ve kanal kanal dolaşan “muhalifleri”, ne yazık ki bizler finanse ediyoruz. 

Özetin özeti: Bizim alanımız Avrupa ve burada acımasız bir gerçek var. 

“TÜRK MEDYASI AVRUPA CAHİLDİR”

Türk medyası Avrupa cahilidir. Bazı gazetecilerin  İngilizceleri, Fransızcaları, Almancaları ne derece yeterli? Merkez medyada bizim sırtımızdan şişirilip başa oturtulanlara itiraz emeliyiz. 

Yeni alanlar kurmak zorundayız. Şansı yaver gidenlerin şansları daha iyi gitsin diye paspas olmayacağız. “Kriz partileri” üretilecek. Krizden geçiyoruz, ama krizin haberi yok medyada. Dünyadan haberleri yok Avrupa’daki Türk gazetecilerin.

İlerici, eşitlikçi cumhuriyet Türkçesi ile neden iş yapmayalım? Dünya istemiyordu, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk, dünya istemiyor bu sefer de birleşerek Türkçe medyayı kurarız.  

Alman aydını bizleri istemedi, Türkiye’yi ve Türkçeyi neden orta malı yapalım?

“AVRUPA’DAKİ TÜRKÇE MEDYAYA YATIRIM YAPILMADI”

Recai Aksu:

70’li yılların başında gazeteler uçakla geliyordu Almanya’ya ve tren garlarında satılıyordu. Milliyet 72’de geldi. Başlarda teknik nedenlerle gazeteler bir gün sonra yayınlanıyordu. Türkiye-AB ilişkileri, Türkçe dersleri önemliydi o yıllarda. Türkçe-Almanca yayınlar oluyordu. Uzun yıllar Türkçe medyaya yatırım yapılmadı. Daha sonra gazeteler yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Milliyet’i kapattılar. Deniz Feneri’ni yazan gazeteydik diyet ödedik, kapattılar. 

“ANADİLE ÖNEM VERMEZSENİZ RUHUNUZU KAYBEDERSİNİZ”

2007’de Türkçe dersleri için yazı dizileri vardı. Onu ilk yapanlardan biri de bendim. Anadile önem vermezseniz, Türkçeye önem vermezseniz ruhunuzu, gazetenizi, sesinizi de kaybedersiniz. Anadile sahip çıkmaktan geçiyor Türkçe medyanın varlığı, senin varlığın.

Diğer taraftan  Avrupa’daki Türkçe medya, gıdasını elbette hâl Türkiye’den alıyor. Ancak artık eskisi gibi değil. Sembolik olarak bayilerde duruyor. Artık ulusal gazeteler okunmuyor.

Türkiye medyası Berat Albayrak istifasını veremedi. Bu mu gazetecilik? Gazeteciler için Türkiye’de sosyal medya kılavuzları çıkardılar. AA, Demirören, Ciner çıkardı örneğin yayınların taraflı olabilmesi için. 

“AVRUPA’YA YÖNELİK TÜRKÇE, ALMANCA, İNGİLİZCE YAYINLAR YAPILMALI”

Gazetecilik sorgulanmalı. Avrupa’ya yönelik Türkçe ve Almanca ya da İngilizce yayın yapılmasını isteyenlerdenim. Avrupa’daki gençlerimizin de siyasi alanda varlık göstermesinden de yanayım. Gazetecilik karşındakini konuşturabilmektir. Unutulmaz Uğur Mumcu, HDF’nin onur üyesiydi. Gazetecinin haber ve bilgi kaynaklarına en hızlı ulaşan ve okura iletebilmesi gerekir. Gazeteciler sır saklayan, kaynağını gizlemesini bilen, güç odaklarına karşı durmayı bilen , duruşu olanlar gazetecidir. Sosyal medya gazeteciliği başka bir dünya. 

“GAZETECİLER DAHA ÇOK YOUTUBE ALANINI SEÇİYOR”

Gazeteciler daha çok YouTube alanını kullanıyor. 

Sen AİHM kararlarını uygulamıyorsun, Anayasa kararını uygulamıyorsun diyor . Nerede Kopenhag kriterleri? İşte alternatif medya yani sosyal medya bu soruları açık ve net yöneltebiliyor. Her mecra için geçerli olamasa da bu böyle. Demokratik, laik Türkiye için ırkçı olmayan, şeriatçı olmayan, farklı etnik kökenden insanların bu mecraları iyi kullanması gerekir. Türkiye’de bir diktatörlük var. Tek adam sistemine karşı demokrasi güçlerinin birleşmesi gerekiyor. İstanbul seçimlerinin sonucu moral veriyor. Gerçeği yazan gazetecilerin  örgütlenmesi, çoğalması gerekiyor. 

“MEDYA İLE TOPLUM DİZAYN EDİLİYOR”

Seda Şanlıer:

Medya siyasal bir araç olarak kullanılıyor. Bu da Avrupa’da hem dili hem kültürü hem de uyumu etkiliyor. Medya iktidarlar tarafından kullanılan eski bir araç elbette. 80 öncesinde de böyleydi, şimdi de böyle. Medya ile toplumu dizayn etmeye çalışıyorlar. 

Darbeden önce kardeş kardeşi vuruyor darbe olunca ise olması gereken bir şeymiş gibi başlıklar vardı. AKP sadece bunun sonucu. Hürriyet’in nasıl el altından iktidara geçtiğini gördük. Aydın Doğan ortalıkta yok. Şimdi Pelikancılar, Sabahçılar var. AKP’nin onayından geçmeyen haberler ne yazık ki servis edilemiyor. Ekonomi bakanının istifası AKP’nin onayıyla verildi. İstanbul seçimlerine bakalım. Sonuçlar açıklanmadı. Aday kendisi açıklamak zorunda kaldı. 

“ALTERNATİF MEDYA ÖNEMLİ BİR ALAN”

Bu nedenle alternatif medyayı önemli buluyorum. AKP’ye karşı önemli alan. Sosyal medya üzerinden istediğiniz köşe yazarına gazeteciye ulaşabiliyorsunuz. İsveç’te yaşayan bir korona hastasını AKP alet etmek istedi. AHaber uçağın resimlerini yayınladı. AKP Türkiye’si yardım ediyor mesajı verilmek istendi. Çok inandırıcı bir haber değildi tabii. Eleştirdim, haber yaptım. AKP şov yaptı dedim ve AKP medyası çok kızdı. Boy boy resmimi yayınladılar. Neden? Çünkü doğruyu yazdım, gazetecilik yaptım. Beyin göçüne ise sebep, açılan davalar. Alternatif medya alanlarını çok önemli görüyorum ve geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 

“İLERİCİ GAZETECİLER BİR ARAYA GELMELİ”

İlerici güçler arasında dayanışmayı güçlendirmek lazım. Bugün burada farklı ülkelerden olmamıza rağmen konuşabiliyoruz. Israrla mevcut alanların mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor. AKP’nin elindeki ana akım medyada katledilen kadınları, yoksulluğu, yoksulluk ölümlerini göremiyoruz. Onun yerine gerçeği yansıtmayan haberleri görüyoruz. Can Dündar’a uygulanan hukuksuzluk hepimize uygulanıyor. Artık bunlar bizim için onur madalyalarına dönüştü. 

“AVRUPA’DA İKİ DİLLİ HABER YAPMAK GEREK”

Avrupa’da Türkçe üzerinden haber yapılmasının kısıtlayıcı olacağını düşünüyorum. İki dilli haber yapmayı önemli buluyorum. Kendimizi sadece Türkçe ile kısıtlarsak önceki kuşaklara hizmet edebiliriz. Türkiye eksenli haberciliğin iki dilli yapılmasını önemsiyorum. Burada yaşıyoruz, ama Türkiye’de yaşananlara sırt çeviremeyiz. 

atgb – Frankfurt

FOTO: Unsplash

Avrupa’da yeni dönem Türkçe radyoculuğa büyüteç: Dijitalleşme telaşı ve olanağı

Avrupa’da Türkçe yayın yapan radyocular hiçbir destek almadan dil ve kültürü taşıyan günümüzün Don Kişot’ları mı yoksa dijital dünyanın kapısını aralayarak gelecek kuşaklara temel hazırlayan medya savaşçıları mı? ATGB bu kez projektörlü radyoculara çevirdi.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) 11 Nisan 2021 tarihine dek sürecek olan dijital sempozyumunun üçüncü bölümünün konusu “Avrupa’da yeni dönem radyoculuk ve dijital yayıncılık” oldu.

ATGB’nin Facebook sayfasında ve Zoom üzerinden canlı yayınlanan toplantıda “Yeni dönemde dijital yayınlar finans kaynaklarını nasıl çözüyor? Türkler ne yapıyor? Vakıflar, reklam, abone sistemi ne durumda? Avrupa’daki Türkçe medyaya frekans tahsisi neden verilmiyor? Türkler hedef kitle olarak ne derece kabul ediliyor?” sorularına yanıt arandı.

Dijital sohbete Fransa Radyo Kardeche’ten  Bahri Cesur, Belçika’dan Gold FM Genel Koordinatörü Tarık Can Ekinci, Hollanda’dan Deniz Radyo TV yayıncısı Özcan Özbay,

NorveçTen İnter FM Genel Müdürü Doğan Gürsel, İsviçre’den Türkiye Özlemi (Program) Radio Munot sorumlusu Ahmet Uysal, Almanya’dan Avrupa FM yayıncısı Murat Doğan konuşmacı olarak katıldı. Toplantıyı Kastamonu Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Ersoy Soydan yönetti.

Türkçe radyolarda ağırlıklı olarak “çokdilli yayıncılık” da dikkati çekerken, konuşmalarda şu noktalar öne çıktı:

– İlk kuşağın dünden bugüne lisans konusunda verdikleri mücadeleler ve yaşadıkları zorluklar.

– Yayıncıların finansman zorluğu ve yayınların devamı için “cepten harcama” zorunluluğu.

– Avrupa medyasının hâlâ Türkleri “hedef kitle” olarak görmemesi. 

– Türkçe radyoların AB’nin medya için ayırdığı kaynaklardan yararlanmaması. 

– İş dünyasının Türkçe yayınlara destek vermemesi.

– Hızla dijitalleşen dünyada internet radyoculuğu ile erişilen kitlenin genişlemesi. 

– İçeriklerin niteliğinin yükseltilmesi gerekliliği. 

– Sosyal medyaya ayak uydurma gerekliliği.

– Dil ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılmasında Türkçe yayıncılığın önemi.

– Türkçe radyoların çokdilli yayınlarla  uyuma ve toplumsal kaynaşmaya katkısı.

ATGB’nin dijital sempozyumunun üçüncü bölümünde konuşmacıların aktardıkları ve öne çıkan başlıklar özetle şöyle:

AVRUPALI TÜRKLER 90’LI YILLARDA KENDİ RADYOLARINI KURMAYA BAŞLADI

Kastamonu Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Ersoy Soydan

Yurtdışında ilk Türkçe yayın Atatürk’ün direktifiyle 1938 yılında kısa dalga üzerinden Ankara Radyosu  tarafından Ortadoğu, Balkanlar ve Yakın Doğu’da gerçekleşti. İtalya’da Bali’de Türkçe yayınlar sunuldu. II. Dünya Savaşı yıllarında Avrupa merkezli Türkçe yayınlar çoğaldı. Yurtdışındaki Türklerin yaptığı ilk Türkçe radyoculuk ise 28 Aralık 1944’de Makedonya’da Köprülü’de 1945’te başladı. Ardından Üsküp, Bükreş geldi. Bu radyolar Türk azınlığın kültürünün korunmasında önemli bir işlevi yerine getirdi. Avrupa’da ise 1963’te “Türkiye’nin Sesi” radyosu ile Türkçe yayınlar başladı. Türkçe radyolar Avrupa’daki Türklerin Türkiye ile  başlıca iletişimi idi. Ardından WDR’deki Köln Radyosu ve diğer radyolar yayına geçti. 

YURTDIŞINDA 50’DEN FAZLA TÜRKÇE RADYO VAR

90’lardan itibaren ise Avrupalı Türkler kendi radyolarını kurmaya başladı. 

Yurtdışında bugün 50’den fazla radyomuz var. 22’si internet 28’i ise karasal radyo. Bütün yayınlar özel. Avrupa’da kamu yayıncılığı baskın. “Radyo öldü” diyoruz ama sonra dokuz canlı olduğunu görüyoruz. Özgür radyo geleneği kamu yayınlarının yanında çok güçlü bir şekilde sürüyor. Geleneksel radyo yayıncılığı çok pahalı. İnternet ise yeni bir fırsat tanıyor.  Radyonun ölmemesini sağlıyor. 

“İLK BAŞLARDA TRT’DEN DESTEK ALDIK”

Norveç İnter FM Genel Müdürü Doğan Gürsel 

O dönemlerde Türkçe yayınların da içinde yer aldığı bir federasyon vardı. 1980-1987 yılları  arasında Türkçe radyomuzu da başka arkadaşlar yürüttü. Bir gün radyomuza bir mektup ulaştı. Sahip çıkılmazsa 1987 yılında yayınların kapanacağı bildirildi. Toplantı yaptık. Bizden önceki yöneten arkadaşların da güçleri kalmamıştı. Devralmak için görüştük. Birdenbire kendimi 1987’de radyo hayatının içinde buldum. Hayatımda radyoculuk yapmamıştım. Büyükelçiliğe gittik TRT’den yardım istedik. O zamanlar internet yok. TRT Int ve Türkiye’nin Sesi radyosu vardı. TRT’den biraz yardım aldık, bantlar gönderdiler.

“BERLİN’DEKİ TÜRKÇE RADYOYU ÖRNEK ALIYORDUK”

İki yıl birkaç kursa gittim. Berlin’deki Türkçe yayınları dinlemeye başladım. Onları örnek aldık. 1990 yılında beş yıllık verilen lisanslar iptal edilmek üzereydi.  Yeniden alabilmek için eğitimli olmak gerekiyordu. Naci Akkök’ü bulduk üniversiteden. Tüm Norveç’te tek Türkçe kanaldı. Mücadele verdik. Göçmenler çoğaldı ve herkes kendi derneğini kurdu. FAF kapandı. Kapanınca lisans da gitti. 1988 yılında zaten seçimle başkanlığa gelmiştim. Daha sonra da lisans için başvurduk.

“BUGÜNE KADAR 13 DİLDE YAYIN YAPTIK”

Tam 33 yıldır bu radyonun başındayım. Başta dört dilde yayın yapıyorduk. Türkçe, Arapça, Pakistanca ve Suriyeli Kürtler de Kürtçe yapıyordu. Onlar daha sonra çekildi. Bugüne kadar 13 dilden yayın yaptık. Türkçe yayınlarımız internet sayesinde gelişti. 

12 dilden de yayın yapabiliriz. Her gün Türkçe yayınımız da var hem internet hem FM bandından. Birinci kuşak olarak biz devraldık bu işi. 

“RADYOMUZDAN NORVEÇ RADYOLARINA GEÇENLER VAR”

Radyomuzdan Norveç radyo kanallarına da geçtiler. Kültür Bakanlığı ile yayınımızın devamı için mücadele ettikten sonra FM kanalımızı 2027 yılına dek uzattık. DAB’ı kapattık ancak yeniden müracaat ettik. Kültür Bakanlığı destek verirse DAB’dan Mart 2021’de yanıt almayı umuyoruz. Proje hazırlayıp yardımlar alıyoruz. İkinci nesil için radyoculuk kursu veriyoruz. İnternet her şeyi elimizden alıyor. Herkes bir tıkla istediği müziği dinliyor. Lisanslar da kalkıyor artık. Bizim radyomuzdan Norveç radyolarına arkadaşlarımız geçiş yaptı.  İnternet yayıncılığı herkes yapıyor ancak sistem, düzenleme ve yatırım gerektiriyor. 

AB’nin medyaya ayırdığı bir kaynak var. Bu konuda Avrupa’da görev yapan gazetecilere destek vermeye hazırız.  Devletten projeler karşılığında bazı yardımlar alabiliyoruz. Koronayla ilgili kaynak ayırdılar ve salgın kararlarını ulaşır ulaşmaz aktardık örneğin. 

“GENÇ RADYOCULARIN İŞİ ARTIK ÇOK KOLAY”

Hollanda Deniz Radyo TV Özcan Özbay

90’lı yılların başında Türkiye’de karasal yayıncılık başladı. Hollanda’dan Türkiye’ye gidip Marmara bölgesinde Deniz FM’i kurdum. Gençler şimdi çok şanslı. O zamanki radyocu arkadaşlarımız 24 saat akşam isteklerini hazırlayıp, kaset sarıp şarkı hazırlıyordu. CD çıkınca vay dedik ne rahatmış. Sonra radyo teypleri çıktı. Çok sevindik. Bir odanın dolabı kaset doluyken, günümüzde ufacık hard diske 30 bin müzik yükleyebiliyorsunuz. 

“BU İŞE GÖNÜL VERENLER BİRER DON KİŞOT”

Bu işe gönül vermiş arkadaşlarımız birer Don Kişot. Hedef kitlemiz Türkler olduğu için yayıncılık gibi bir misyon üstlendik. Uğraşıp duruyoruz. Bu insanların bizi anladığını, neyle uğraştığımızı bildiklerinden emin değilim. Hollanda radyo ülkesidir. Bir ofis çalışanı önce radyosunu çalıştırır sonra işe başlar. Hollanda radyoyla günlük hayatında kaynaşmış bir ülke. Türkler ve Faslılar hariç. Podcastlar çıktı. Herkes kulaklık takıp kendi istediğini dinliyor. 

“TÜRKLER HOLLANDA HAYATININ İÇİNDE YOK”

Bizim Hollanda’daki Türklerin çok da Hollanda hayatı içinde olduğunu sanmıyorum. Çok sıkıntıları vardır. Radyo dinlemezler. Dijital yayıncılıkta bizi gömseler bile karasalcılar sizi tüm dünya dinliyor. Ciddi sorumlulukları olan, finansal ihtiyaçları olan bir kurum. Radyo yayını yaparken cepten para harcamam ”delilik“ olarak karşılanıyor. 35 yıldan bu yana gazetecilik yapıyorum. Bu kadar yılda fazla yol kat edemedik. İnterneti hobi ve ticari çıkarları için kullanıyorlar. Ancak faydalı bilgilere ilgi göstermiyorlar. 1997’de yayına başladık. 

“SALGINDA TÜRKÇE YAYINLARA SAHİP ÇIKMADILAR”

Yılbaşı dolayısıyla çok cüzi rakamlar karşılığı mini reklamlarımız var. Salgında buranın güçlü kuruluşları radyomuza destek vermediler, Türkçe yayınlara sahip çıkmadılar. Hollanda devleti ile kamu spotu çektik seslendirmeyi de ben yaptım Türklere yönelik. Yine Hollanda bankasının Türkçe reklamını yaptım. Bu kadar sene içinde sadece iki kere Türklere yönelik reklam verdiler. 

“TÜRK DİNLEYİCİYE FORMAT ATILMALI”

Türk dinleyiciye de, izleyiciye de format atılmalı. YTB ve iletişim müdürlüğü sizi biliyor, etki alanınızı biliyor. Büyükelçiye diyoruz ki, basın müşavirliğinin yabancı ülkelerde yayın yapan gazete dergi radyo televizyona devlet destek vermesi gerekiyor. Cebindeki harçlığını veren Don Kişot’larla bu iş devam eder, yoksa herkes ’mp3’ dinler

“AVRUPALI TÜRKLERİN SESİ OLALIM İSTEDİK”

Kanal Avrupa Murat Doğan

Gaziantep’te 1992 yılında FM bantlı iki radyo kurduk. Daha sonra Tansu Çiller döneminde özel radyoların kapatılması kararı alındı. Eylem yaptık tabii. Sonra TRT Diyarbakır sonra Ankara radyosuna geçtim. İnsanların televizyonlara döndüğü dönemde biz de televizyonlara döndük. Eski radyo tiyatroları kalmadı. İnternet yeni çıkmıştı. Sesli bir site kurduk. Kendi şarkılarını söylesinler diye. Baktık o da olmuyor. 9 yıl önce Avrupa FM radyosunu kurduk. Avrupalı Türklerin sesi olsun istedik. Eğitim konularına, kültürel içeriğe önem veriyoruz. Din, dil, ırk ayrımı yapmıyoruz. Halka açtık radyomuzu. Sağlık köşeleri de var. Fransa ve Hollanda’dan arkadaşlarımız yayın yapıyor. Elbette Almanya’dan yayınlarımız oluyor. 

“İNSANLARIN EVLERİNE GİRİYORUZ”

Radyo yayıncılığı çok ciddi bir iştir. İnsanların evlerine seslerimiz, sözlerimiz giriyor.  

Radyo konusunda finans çok önemli. Reklamlar ve sponsorlardan kaynak yaratabiliyoruz. Bu şekilde ayakta kalabiliyorlar. İnternetten yayın yapanlar için teknik masraflar söz konusu. Ancak frekanslı radyoculuk çok daha güç. Eski dönemlerde radyoculuk elbette çok farklıydı. Şimdi cep telefonlarından yayın yapıyorlar. Radyo türkü çalan, eğitim sunan, objektif haber veren, kültür sunan bir alan olmalı.  Avrupa FM olarak 12 ülkeye yayın yapıyoruz.  Radyocu arkadaşlarımızla işbirliğine hem içerik hem teknik olarak hazırız. 2021 radyo yılı olsun. 

“DİL BAYRAĞINI AVRUPA’DA DALGALANDIRIYORUZ”

İsviçre Radio Munot – Türkiye Özlemi  Ahmet Uysal

37 yıldır Munot’ta yayın yapıyoruz. 1983’te kurulduğunda burada yaşayanlar için sadece iki haftada 20 dakika olmak üzere yayın yapıyordu. Türkiye Özlemi daha sonra haftada bir saat olmak üzere Türkçe yayın yapmaya başladı. Sezer Aksoy’dan radyoculuğu öğrendik. 5 yıldır “Gece Dâhisi” adlı  müzik eğlence programını sunuyorum. Türkçe dil bayrağını Avrupa’da dalgalandırıyoruz. Konsolosluklar, STK’lar, cami dernekleriyle, yerel kuruluşlarla ortak çalışmalarımız sürüyor. Geçmişte Savaş Ay’dan Mustafa Sandal’a dek birçok yıldız ismi de ağırladık. 

“FACEBOOK’TA GÖRÜNTÜLÜ YAYINA GEÇTİK”

Dört yıl önce Facebook’ta “Türkiye Özlemi” sayfası açıp yayınlarımızı görüntülü vermeye başladık. Salı akşamları iki saat olmak üzere oradan da yayın yapıyoruz. Din, dil ırk ayrımı yapmadan, siyasete girmeden eğlendirme noktasında gelişen bir radyo politikası izliyoruz. Teknolojinin gelişimiyle her yerden yayın yapma imkânı salgında da önem kazandı. Nereye evrilir hep birlikte göreceğiz. 

“RADYOMUZ SEKTÖRÜN BİR OKULU GİBİ”

Yayınımız daha geniş kitlelere ulaştırmak istiyoruz. Canlı reji yapma şansı elde ettik. O günlerde çok tecrübesizdik. İsviçre radyosuna Munot bugün radyocu yetiştiriyor. Sektörün bir okulu gibi, staj yeri gibi. Bizim burada edindiğimiz tecrübeler dolayısıyla stüdyoya kamera kuruldu. İnsanımız Avrupa radyoculuğuna ne kadar ilgi gösteriyor. Bakmak gerekir. Sosyal medyaya da bakmak gerekiyor. Medya yayıncılığını önemsememiz gerekiyor.

“FİNANS KAYNAKLARI YARATMAK GEREKİYOR”

Finans yaratacak projeler hayata geçirilmeli. Sponsorlara ihtiyaç var. Hepimiz kendi imkânlarımızla yürüyoruz. Ancak uzun vadeli olabilmesi için, özerk olabilmesi için finans kaynakları şart. 

Genç bir radyocu olarak tecrübeli radyocu büyüklerimle bu platformda buluşturduğu için çok mutlu oldum. ATGB’nin bizleri bir araya getirmesi çok önemli. Ortak noktalarda buluşabilmeli, bir araya gelmeyi başarabilmeliyiz.  İçeriklerin niteliği yükseldiğinde ise izleyici de, dinleyici de bulacağız. 

“BÖLGEDEKİ TEK TÜRKÇE LİSANSLI RADYO”

Belçika Gold FM Genel Koordinatörü Brüksel Tarık Can Ekinci

Bundan 15 yıl önce, 2005 yılında kuruldu. Bölgede tek Türkçe lisanslı radyo. Belçika hükümetinin yayın altyapı kıstasları var. Gold FM tüm bunlara sahip. 3 dilli Fransızca, Felemenkçe ve Türkçe yayın yapıyoruz. Radyo dinleme alışkanlığı dijitalleşme sebebiyle değişti. Çok yönlü yayın politikası izliyoruz. Haber, müzik, yaşam programları sunuyoruz. Sokak röportajları, Türkiye kökenli siyasetçilerle göçmenlerin durumunu değerlendiriyoruz. 

Gold FM destek almadan reklam gelirleri üzerinde duran bir radyo. Ulusal ve yerel markalarla reklam çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Pandemi dolayısıyla burada da durgunluk var. Gündelik reklamlar ve sponsorluklar altında sürüyor. 

“İÇERİK BELİRLEYİCİ OLACAK”

YouTube, Facebook gibi platformları bir avantaj olarak görüyorum. Görsel ve işitsel yayınlarımıza devam ediyoruz. Tüketici kendi adına sosyal medya üzerinden reklam veriyor. Bu noktada program içeriklerimizi dinamik tutuyoruz. Türkçe ve Fransızca içerik ekliyoruz. 24 saat canlı yayınlıyoruz. Son kuşağın tüketim alışkanları farklılaştı. Genç kitle eski tip radyoculuğu monoton buluyor. Radyoculuğun şekil değiştirmesi gerekiyor. İçerik belirleyici olacak. 

“FRANSA’DA SESİMİZİ DUYURMAK İÇİN KURULDUK”

Fransa Radyo Kardeche Bahri Cesur

İnternetin gücü sadece frekansla alakalı değil. İnternet sesimizi sadece bulunduğumuz bölgeye değil tüm dünyaya duyurmamızı sağladı. Fransa’da medyada söz hakkımız yok ve Türkiye ile ilgili konularda yanıt veremiyorduk. Radio Kardeche’yi sesimizi duyurmak, varlığımız, kültürümüzü yaşatmak ve Fransızlarla etkileşim içinde olmak için kurdum. Kardeş adını vermemizin nedenine gelince.  Yurtdışına çıktığınızda “nerelisin?” diye sorarlar. Vatandaşımızı kökenini değil kardeşlik bağına vurgu  yapmak için seçtik. 2017’de kurduk. 

“MÜZİSYENLER BÜYÜK İLGİ GÖSTERİYOR”

Müzisyen arkadaşlarımız büyük ilgi gösterdi. Paris bölgesindeki bütün Türkiye kökenli sanatçımızı en az bir kere stüdyoya gelmiştir. Afrika ülkelerinden bile bizi arıyorlar. Burada bütün ekip gönüllü çalışıyor. Gittikçe kalabalıklaştık. 57 kişiyiz bugün. 2018’de Kardeche TV’yi kurduk. Türkiye ile Avrupa’daki Türkler arasında eksiklik var gibi hissettim. 

“YURTDIŞINDAKİ SANATÇILARIMIZI TANITIYORUZ”

Yurtdışındaki sanatçılarımızın kliplerini yayınlıyoruz. Avrupa’daki sanatçılarımızı Türkiye’de tanıtmış oluyoruz. Fransızca ve Türkçe yayınlar yapıyoruz. Kitlemiz Türkiye değil, Avrupa. Covid-19 dolayısıyla stüdyo şu an kapalı. DJ arkadaşlarımız salgın boyunca yayın yaptılar. 

80’li yıllarda devlet radyolarından özgür radyolara geçtik. Şimdi yeni bir çağa giriyoruz. Ayak uydurmak zorundayız. Buradan sosyal medyaya da yayın yapıyoruz. Karasal yayın yapan arkadaşların büyük giderleri var. Bizim giderlerimizi gönüllüler üstleniyor. El ele destek vererek ilerliyoruz. 

“TÜRKÇE RADYOLAR BİRLİKTE HAREKET ETMELİ”

Avrupa’daki Türkçe radyolar ve dinleyiciler birlikte hareket etmeli. Elbette telif haklarını ödüyoruz. En çok dinlendiğimiz anlar Macron konuştuğu ve bunları aktardığımız anlar. Türkiye haber vermezse ayaklarının dibinde bomba patlasa duymuyorlar. Konsolosumuzdan bir yetkilinin vatandaşımızı her hafta bilgilendirmesini isteyeceğiz. Avrupa’daki Türk gazetecilerin, radyocuların birlikte çalışması koordinasyon içinde bilgilendirme yapması gerekiyor.

ATGB SEMPOZYUMU DEVAM EDİYOR

Öte yandan ATGB’nin organizasyonuyla gerçekleştirilen sempozyum kapsamında, her pazar farklı başlıklar altındaki tartışma programları 29 Kasım’dan bu yana Zoom üzerinden sosyal medyada yayınlanıyor. 

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) “Türkçe varsa, Türkçe medya da var” kampanyası kapsamında 11 Nisan 2021 tarhine dek  düzenlediği sempozyumu online platformdan sunuyor.

Geçen mart ayında Frankfurt’ta 2 günlük bir sempozyum olarak planlanan ancak korona salgını dolayısıyla dijitale çevrilen sempozyum, “Avrupa’daki Türkçe medyada anadil düzgün kullanılıyor mu?” başlıklı toplantı ile start almıştı. Ardından şu başlıklarda toplantılar düzenlendi:

– Avrupa’daki Türkçe televizyonlar ne kadar Avrupa merkezli yayıncılık yapıyor? Alman televizyonları, 3 milyon Türkçeliyi ölçümlerde yok mu sayıyor? 

– Almanya’daki yayınlar finans kaynaklarını nasıl çözüyor? Türkler ne yapıyor? Vakıflar, reklam, abone sistemi vs… 

– Avrupa’daki Türkçe medyaya frekans tahsisi neden verilmiyor? 

– Türkler hedef kitle olarak ne derece kabul ediliyor? 

Önümüzdeki haftalarda sempozyumda ele alınacak diğer başlıklar ise şöyle:

– Teknoloji , yapısal değişim ve Türkçe medyanın geleceği? Yeni medya modelleri… 

– Sosyal medyadaki videolu habercilik / yayıncılık ne durumda? 

– İnternet gazeteciliği, bloglar ve sosyal medyanın Türkçe medyaya etkisi? 

– Almanya’daki Türkçe medyanın İstanbul eksenli yayıncılıktan kopuşu, Avrupa merkezli 

yayıncılığa yönelişi.

– Gazetecilikte sektörel dergilerin önemi

– Türk hükümetlerinin / devletinin Avrupa’daki Türkçe medyaya bakışı 

– Alman devlet radyo ve televizyonlarının ülkedeki Türkçelilere yönelik medya politikaları

– Türkiye kökenli gazetecilerin Alman medyasının şekillendirilmesine etkisi 

– Yerel Türkçe gazeteler, Türkçe medyanın gerçek kurtarıcıları mı?

– Avrupa’daki sürgün gazetecilerin durumu.

ATGB’den yapılan açıklamaya göre sempozyumun ardından ortaya çıkan Avrupa’daki Türkçe medyanın durumuna ilişkin tablonun belge niteliğinde bir rapora dönüştürülmesi de hedefleniyor.

atgb – STUTTGART

KAPAK FOTO: unsplash