21 yıllık AKP iktidarı, seçimlere kısa bir süre kala, baskı ve sansürün dozajını arttırdı.
Bir süredir Deutsche Welle’nin (DW) Türkçe yayınlarının İstanbul Koordinatörü olarak çalışan, Almanya’nın önde gelen günlük gazetelerinden “Frankfurter Allgemeine Zeitung“da (FAZ) “İstanbul’dan Mektup“ köşesinde düzenli olarak Türkiye’deki gelişmelerle ilgili yazı ve haber analizleri yayınlanan Gazeteci Bülent Mumay’a verilen hapis cezası Türkiye’de yargının siyasallaştığını son örneği oldu.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak gazeteciliğin bir kamu görevi olduğunu ve Anayasa tarafından güvence altına alındığını bir kez daha hatırlatırız. Gazetecinin görevi, toplumu aydınlatmaktır. Bu nedenle gazetecilik suç değildir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak medyaya gözdağı amacıyla verilen 1 yıl 8 aylık hapis cezasının derhal kaldırılmasını talep ediyoruz. Mumay’ın aldığı cezaya dair haberlere erişim engeli kararı alınması ise hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu karar, Erdoğan’ın korku imparatorluğunun son günlerindeki son çırpınışlarından biridir. Eleştirel ve bağımsız gazeteciliğin susturulmasına dönük bu kararı da kınıyoruz.
Türkiye’de baskı ve korku rüzgârı altında gazetecilik görevlerini yerine getiren ve halkı aydınlatan Bülent Mumay gibi tüm gazetecilerin yanında olduğumuzu ilan eder, dayanışma duygularımızı ileterek, laik, demokratik ve “gazeteciliğin suç olmadığı” bir Türkiye için mücadelemize devam edeceğimizi tekrar hatırlatırız.
Türkiyemiz, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü baskıcı Erdoğan iktidarının “Yayın yasakları, sansür, gazetecilere yönelik yıldırma, şiddet, gözaltı ve tutuklamalar”ı gölgesinde ve karartmasında buruk kutluyor. Düşünce Kuruluşu Freedom House‘un yayımladığı 2023 Dünyada Özgürlük Raporu’nda, Türkiye özgürlük puanında son 10 yılda en fazla düşüş yaşayan ülkeler arasında bu yıl beşinci sırada yer alıyor.
14 Mayıs seçimleri yaklaşırken Erdoğan güdümlü yargının medyaya gözdağı verme operasyonları sıklaşıyor. 21 yıllık AKP iktidarı, seçimlere kısa bir süre kala, baskı ve sansürün dozajını arttırdı. Güneydoğu’da görev yapan gazetecilere yönelik baskı ve gözaltılar devam ediyor. Son olarak gözaltına alınan 10 gazeteciden Abdurrahman Gök, Beritan Canözer, Mehmet Şah Oruç ve Remzi Akkaya tutuklandı. 1 Mayıs’ta Taksim ve Beşiktaş’ta görev yapan gazetecilerden Zeynep Kuray darpla gözaltına alınıp bırakıldı. Gazeteciler Bülent Kılıç, Sultan Eylem Keleş, Gencer Keten ve Hazar Dost saldırıya uğradı.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak gazeteciliğin bir kamu görevi olduğunu ve Anayasa tarafından güvence altına alındığını bir kez daha hatırlatırız. Gazetecinin görevi, toplumu aydınlatmaktır. Bu nedenle gazetecilik suç değildir.
Türkiye’de baskı ve korku rüzgarı altında gazetecilik görevlerini yerine getiren ve halkı aydınlatan tüm gazetecilerin yanında olduğumuzu ilan eder, dayanışma duygularımızı ileterek, laik, demokratik ve “gazeteciliğin suç olmadığı”bir Türkiye için mücadelemize devam edeceğimizi tekrar hatırlatırız.
Halkımızı aydınlatmaya çaba harcayan Türkiye’deki gazeteci arkadaşlarımız yalnız değildir. Gözdağları, ülkenin dağlarına bahar gelmesine engel olamayacak. Korkunun ecele faydası yoktur. Korku iktidarının sonu gelmek üzeredir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu
Bilgi notu: BM Genel Kurulu’nun 1993 yılında aldığı bir karar ile 3 Mayıs tüm dünyada Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanıyor.
14 Mayıs seçimleri yaklaşırken Erdoğan güdümlü yargının medyaya gözdağı verme operasyonları sıklaşıyor. 21 yıllık AKP iktidarı, seçimlere kısa bir süre kala, baskı ve sansürün dozajını arttırdı. Son olarak medyada iddia ve ifşaatlarda bulunan Muhammet Yakut isimli kişi ile röportaj yaptığı gerekçesiyle gazeteci Serdar Akinan gözaltına alındı.Akinan İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nde verdiği ifadede “Yakut’u tanımadığını ve iddiaların konuşulmaya değer olduğunu görerek araştırma ihtiyacı hissettiğini” söyledi ve “Ülkemiz, tarihinin en kritik seçimine giderken dile getirilen bu kadar ağır iddiaların sorgulanması bir gazetecinin asli görevidir. Ben işimi yaptım” ifadelerini kullandı.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak gazeteciliğin bir kamu görevi olduğunu ve Anayasa tarafından güvence altına alındığını bir kez daha hatırlatırız. Gazetecinin görevi, toplumu aydınlatmaktır. Bu nedenle gazetecilik suç değildir.
Türkiye’de baskı ve korku rüzgarı altında gazetecilik görevlerini yerine getiren ve halkı aydınlatan tüm gazetecilerin yanında olduğumuzu ilan eder, dayanışma duygularımızı ileterek, laik, demokratik ve “gazeteciliğin suç olmadığı”bir Türkiye için mücadelemize devam edeceğimizi tekrar hatırlatırız.
Görevini yerine getiren meslektaşımız Serdar Akinan hemen serbest bırakılmalı, yargı zamanını yapılan röportajda dile getirilen iddiaları soruşturmaya ayırmalıdır. Kuvvetler ayrılığının hiçe sayıldığı bir ortamda, 3. kuvvet olması gereken yargı bağımsızlığına kavuşmalı ve 4. Kuvvet medyanın üzerinden elini çekmeli ve iktidarın sopası olmaya son vermelidir.
Serdar Akinan ve halkı aydınlatmaya çaba harcayan Türkiye’deki diğer gazeteci arkadaşlarımız yalnız değildir. Gözdağları, ülkenin dağlarına bahar gelmesine engel olamayacaktır. Korkunun ecele faydası yoktur. Korku iktidarının sonu gelmek üzeredir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu
21 yıllık AKP iktidarı, yargıyı elinde bir sopa olarak kullanmaya devam ederken, gazeteciler ve basın üzerindeki baskısını da her geçen gün arttırıyor.
Bunun son örneği ise Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’a verilen ceza.
İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Merdan Yanardağ’a Birgün gazetesinde yayımlanan “Düzenin Mafyalaşması” başlıklı köşe yazısı nedeniyle 6 ay hapis cezası verdi. Mahkeme cezayı, “Yanardağ’ın aynı suçu birden fazla kez işlediği” iddiasıyla dörtte biri oranında artırarak 7 ay 15 güne çıkardı.
Kararda Yanardağ’ın yazısında “Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve devletin kurumlarını aşağıladığı” iddia edildi.
Gazetecilik bir kamu görevidir ve Anayasa tarafından güvence altındadır. Gazetecinin görevi, toplumu aydınlatmaktır. Bu nedenle gazetecilik suç değildir.
Bizler, Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak, meslektaşımız Merdan Yanardağ’a verilen cezanın anayasal basın özgürlüğü güvencesini yok sayan ve hukuki temeli bulunmayan siyasi bir karar olduğunu düşünüyoruz.
Yanardağ’ın şahsında Türkiye’de baskı ve korku rüzgarı altında gazetecilik görevlerini yerine getiren ve halkı aydınlatan tüm gazetecilerin yanında olduğumuzu ilan eder, dayanışma duygularımızı ileterek, laik, demokratik ve “gazeteciliğin suç olmadığı”bir Türkiye için mücadelemize devam edeceğimizi tekrar hatırlatırız.
Gazetecilere göz dağı operasyonlarına derhal son verilmelidir. Türkiye’deki gazeteci arkadaşlarımız yalnız değildir.
Um die Pressefreiheit in der Türkei steht es nicht gut, aber es besteht Hoffnung auf Besserung. Alles hängt von der kommenden Präsidentschaftswahl ab, sagten die Journalist*innen Şirin Payzın, Barış Terkoğlu und Timur Soykan bei einem Pressegespräch der dju in ver.di Hamburg. Verliert Recep Tayyip Erdogan die Wahl, kann sich die Presselandschaft erholen. Gewinnt er, gibt es keine Hoffnung mehr.
4. APRIL 2023VON LARS HANSEN
Die drei Journalist*innen waren nach Hamburg gekommen, um an einer Podiumsdiskussion des deutsch-türkischen Nachrichtenportals „Avrupa Postasi” teilzunehmen. „Pressefreiheit nach dem Erdbeben und vor der Wahl” war der Titel. Die Hamburger dju hatte dazu mit eingeladen, Payzin, Terkoğlu und Soykan sind in der Türkei prominente Politikjournalist*innen. Şirin Payzın moderiert beim regierungskritischen Sender „Halk TV” die politische Talkshow „Sözum Var” („Gespräch”); Terkoğlu, der Kolumnen in der liberalen Tageszeitung „Cumhuriyet” schreibt und Soykan, der Reporter bei der linken Tageszeitung „Birgün“ ist, sind in Payzins Show regelmäßig zu Gast.
„Dass wir noch arbeiten, ist der Beweis, dass die türkische Presse noch nicht verloren ist”, sagt Barış Terkoğlu. „Es gibt noch Journalist*innen in der Türkei, die regierungskritisch berichten, auch wenn wir damit riskieren, ins Gefängnis zu müssen.”
Barış Terkoğlu weiß, wovon er redet: Zweimal war er bereits inhaftiert. Die Vorwürfe gegen ihn konnten widerlegt werden, aber bis dahin musste er jeweils monatelang ins Untersuchungsgefängnis. Im ersten Fall waren sogar nachweislich vermeintliche Beweise gegen ihn von dritten auf seinen Rechner kopiert worden. Solche Verhaftungen oder gar Verurteilungen zu langen Haftstrafen sind aber nur die Spitze des Eisbergs. Geldstrafen, Veröffentlichungs- oder Sendeverbote sind an der Tagesordnung und treffen die Sender, Verlage und Nachrichtenportale im Portemonnaie. Die Anwaltskosten tun ein Übriges. „Gegen mein letztes Buch sind 33 Strafanträge anhängig”, sagt Terkoğlu. „Addiert man die geforderten Strafen, müsste ich für 220 Jahre ins Gefängnis!”
Zu der latenten Gefahr der Inhaftierung kritischer Journalist*innen kommen die willkürliche Allmacht der Zensurbehörde, die wegen geringster Kleinigkeiten Veröffentlichungen untersagen kann und die Pressekonzentration: 90 Prozent der Nachrichtenportale, Sender und Verlage gehören Erdogan-nahen Unternehmern. „Wir leben in einer Dystopie”, sagt Timur Soykan“, in der die Grenzen von Logik und Verstand nicht mehr gelten. Aber zum Glück würden diese Medien bei den Türkischen Menschen als deutlich weniger glaubwürdig, als die regierungskritischen gelten.
„Das ist ein Teil der Hoffnung”, sagt Barış Terkoğlu, „denn die kritischen Medien werden überleben, wenn Erdogan die Wahl verliert. Die regierungstreuen Medien hingegen leben von großzügigen Anzeigen des Staates oder der AKP. Wenn diese Einnahmen unter einer neuen Regierung wegbleiben, werden diese Verleger aufgeben. Dann ist wieder Platz für Vielfalt!”
Şirin Payzın sieht diese Hoffnung ebenfalls, zeichnet aber gleichzeitig auch ein düsteres Bild, was passiert, wenn Erdogan die Präsidentenwahl doch noch gewinnt. Derzeit liegt er in Umfragen zwar zurück, aber bis zur Wahl sind es noch sieben Wochen und Erdogan hat Umfragetiefs schon häufiger überstanden. „Sollte er gewinnen, wird die Türkei entsäkularisiert und ein islamistischer Staat”, fürchtet Paysin. „darunter wird mehr leiden, als nur die Pressefreiheit. Die Türkei wird sich dann nicht mehr von anderen Staaten im Nahen Osten unterscheiden und sich von Europa entfernen. Insofern ist es weise, dass Olaf Scholz oder Emmanuel Macron vor den Wahlen bewusst nicht in die Türkei reisen, und so den Präsidenten aufwerten; so wie es Frau Merkel regelmäßig tat, wenn sie im Wahlkampf anlasslos auf Staatsbesuch kam.”
Das verheerende Erdbeben im Südosten der Türkei hat Erdogan viele sicher geglaubte Stimmen gekostet. Umso wichtiger ist es seiner Regierung, Negativnachrichten über ihr Handeln nach der Katastrophe zu unterdrücken. „Man hat jetzt die Bauunternehmer als die Sündenböcke deklariert”, sagt Timur Soykan, „aber dass die staatliche Bauaufsicht versagt hat, sollen wir nicht berichten. Das ist es, was die Regierung an uns hasst: Wir sind die Zeugen ihrer Inkompetenz!”
Sirin Paysin war nach dem Beben sehr schnell im betroffenen Gebiet und wurde Zeugin von Plünderungen. „Offiziell hat es nie Plünderungen gegeben”, berichtet sie, „aber die Region ist ein Zentrum des Goldhandels und der Schmuckverarbeitung. Es sind islamistische Gruppen aus Syrien angereist, um hier nach dem Beben ihre Kassen zu füllen. Davon will die Regierung nichts berichtet wissen.”
Auch Paysin hat Erfahrungen mit der Zensurbehörde: „Ist ihr eine ihrer Sendungen zu regierungskritisch, muss sie im Online-Archiv gesperrt werden.“ Einmal wurde der Sender für eine Ausstrahlung auch damit bestraft, dass er die nächsten fünf Ausgaben ebenfalls nicht senden durfte. Dadurch brechen Werbeeinnahmen weg und Senderverantwortliche werden erfolgreich eingeschüchtert.
Einen Plan B, falls Erdogan die Wahl erneut gewinnt, haben die drei nicht. „Wir machen weiter, wie bisher, solange das noch geht”, sagt Timur Soykan. Kaynak:https://www.avrupa-postasi.com/
Ülkenin kaderini değiştirecek 14 Mayıs seçimlerinin özgürlük ve umut rüzgarı artarak eserken tek adam rejiminin medyaya yönelik baskısı son hızla devam ediyor.
21 yıllık AKP iktidarı, seçimlere kısa bir süre kala, baskı ve sansürü daha da arttırarak, toplumsal muhalefete gözdağı vermeye devam ediyor.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), ‘yayın ilkelerini ihlal ettikleri’ iddiasıyla FOX TV, Flash Haber, Halk TV ve TELE1’e idari para cezası verdi.
Mart ayında 8 gazeteci saldırıya uğradı, 16’sı gözaltına alındı ve 1’i de tutuklandı. Gazetecilere yönelik yargı kıskacı da mart ayında devam etti. 4 gazeteci hakkında soruşturma, 5’i hakkında ise dava açıldı. 41 ayrı yargılamanın devam ettiği geçtiğimiz ayda gazetecilere 2 yıl hapis ile 48 bin 746 TL para cezası verildi. 2 gazeteci ise işten çıkartıldı. İletişim araçlarından olan internet yayımcılığına yönelik iktidarın ve yargının baskıcı tutumu değişmedi. 8 internet sitesi kapatılırken 330 habere bin 84 sosyal medya içeriğine erişim engeli getirildi.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak Türkiye’deki meslektaşlarımıza dayanışma duygularımızı iletiyor, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti için mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz!
Gazetecilik suç değildir. Türkiye’deki arkadaşlarımız yalnız değildir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu
Bu ülkenin bağımsızlıkçı, özgürlükçü, laik, eşitlikçi ve aydınlanmacı, çağdaş evlatları cumhuriyetimizin 100’üncü yılına girerken bu sözü yerine getirecek ve diz çökmeyecektir.
1923’te karanlığa karşı kazanılan zaferi 100’üncü yılda bir kez daha yaşamak için verilmesi gereken kavgayı, Avrupa’da görev yapan Türkiye kökenli gazeteciler olarak, desteklemeyi sürdüreceğiz.
Basın ve ifade özgürlüğünü neredeyse tamamen ortadan kaldıran, gazetecileri cezaevlerine kapatan, adı “dezenformasyon yasası” olan sansür yasası ile halkın haber alma özgürlüğüne ket vuran, bağımsız medyayı susturan ya da Harf Devrimi üzerinden Cumhuriyet’e saldıran, Türkiye Cumhuriyeti’ne “karşıdevrim” yapan AKP-MHP iktidarını bu vesile ile bir kez daha kınıyor, tüm halkların kardeşçe ve eşitçe bir arada yaşadığı bir cumhuriyeti sadece aydınlanmacıların, emekçilerin ve ilericilerin yaşatabileceğini hatırlatmak istiyoruz.
Avrupa’da görev yapan Türkiye kökenli gazeteciler olarak cumhuriyetimizin 99’uncu yılını kutluyoruz.
Gericiliğe, karanlığa ve düşmanlarına inat, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır!”.
Yaşasın Cumhuriyet!
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Yönetim Kurulu
Sanatçılara, gazetecilere gözdağı verip, korku iklimi yaratmaya devam eden Saray son olarak iki kadını hedefine aldı.
Gerçekleri söylemekten bir an bile tereddüt etmeyen biri sanatçı diğeri gazeteci bu iki kadın tehdit ve cezalarla susturulmaya çalışılıyor.
SARAYIN ŞARKI SÖZÜ VE ATASÖZÜ KORKUSU
AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir şarkı sözünden rahatsız oldu ve Türkiye’nin en önemli yorumcularından ve bestecilerinden Sezen Aksu için ”O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” dedi. Hemen ardından ise Saray bu kez de bir atasözünden hiç hoşlanmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldığı iddiasıyla ekranda söylediği Çerkes atasözü dolayısıyla gazeteci Sedef Kabaş tutuklandı.
BİRER BİRER ESİR ALINIYORLAR
Sanatçılar, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler, insan hakları savunucuları, aydınlar…
Basın ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alındığı Türkiye’de baskı ve korkuyu artırmak için birer birer esir alınıyorlar. Saray insan hakları, demokrasi ve özgürlükler için karşı duran, ayak direyen kim varsa yıllardır birer dört duvar ardına kapatıyor, muhalif sesi sindirmek istiyor. Sanıyorlar ki böylece gerçekler gizlenir…
Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatlarını karanlık teslim alamayacak.
Kadınlar ise aydınlık ve karanlığın savaşında mücadeleyi en önde sürdürmeye devam edecek.
Şarkı sözlerinden, atasözlerinden, şiirden, kitaptan korkanlara Avrupa’dan bir kez de biz hatırlatalım:
Bağımsız, özgür, laik, çağdaş ve aydınlık bir Türkiye için gazeteciler, sanatçılar, kadınlar, bu halk susmayacak!
Bir basın emekçisine milyonlarca insanın önünde atılan bu tokat, hepimize atılmış bir tokattır: Ahmet Demir’in yanındayız, Sarıkaya ve Şahin istifa etmelidir!
Avrupa’da görev yapan Türkiye kökenli gazeteciler olarak, en fazla gazetecinin hapishanede olduğu, medya emekçilerine yönelik saldırıların adresi olan Türkiye’de meslektaşlarımızı ezen, aşağılayan, sindirmeye çabalayan zihniyeti her geçen gün daha derin bir endişe ve üzüntü ile izliyor, yaşananları kınıyoruz.
Son olarak basın emekçisi Ahmet Demir’i tokatlayan Habertürk Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya ve bu aşağılayıcı şiddete sesini çıkarmayan Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’i kınıyor ve ikisini de derhal istifaya davet ediyoruz.
Muharrem Sarıkaya sadece Habertürk’ü temsil etmiyor, tüm Türk medyasını temsil ediyor.
Onun yaptıklarına sessiz kalan politikacı Fatma Şahin de Türk siyasetini temsil ediyor.
Sarıkaya’nın özrünü kabul etmeyen medya çalışanı, ses teknikeri, kameraman ve muhabir Ahmet Demir’in yanındayız. Ne Sarıkaya’nın ne de Şahin’in özrü kabul edilebilir. Özür kabul etmiyoruz. Gitmelidirler, “işlerini” bırakmalıdırlar. Çünkü bu sahneler, özürle geçiştirilemeyecek kadar ağır unsurlar içeriyor.
Muharrem Sarıkaya’ya hukuki işlem yapılmasını bekliyoruz. En azından her vatandaşın eşit olduğu, hukukun üstünlüğü ilkesi esas alınan ülkelerde böyle kanıtlanmış sahneler sonrasında hukuk işletilir.
Öte yandan aralık-ocak ayları arasındaki dönemde gazeteci, bilim insanı, hukukçu ve insan hakları savunucularıyla yapılan anketlere dayandırılan, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2021 yılı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye listede yükselme kaydetti. 2020’ye göre bir sıra yükselen Türkiye 180 ülke arasında 153’üncü durumda.
Basın ve ifade özgürlüğüne saldırıları, medya çalışanlarının, basın emekçilerinin zulüm görmesi, ne yazık ki, sadece Avrupa’da görev yapan Türkiye kökenli gazeteciler değil, tüm dünyadaki meslektaşlarımız, insan hakları savunucuları, aydınlar tarafından da kaygıyla izleniyor.
Biz ayaklar altına alınan medyamızın içine düştüğü tabloyu kınamaktan, buna yol açanlar adına utanmaktan ve haklı mücadelelerinde yanlarında olmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Ankara’nın egemenleriyle sıkı fıkı medyanın “muhtemelen dolara endekslenmiş” bol maaşlı yöneticilerinin yaptıklarını yakından izlemeyi de sürdüreceğiz.
Çok küçük paralarla yaşama tutunmaya çalışan Ahmet Demir’lere egemenler adına atılan bu tokat, tüm basın emekçilerine atılmış bir tokattır. Konunun takipçisiyiz!
Üyelerimiz, bu tokat sahnesini “İşte rejimle iyi geçinen medyanın personel politikası” diye yakınlarındaki tüm Batılı gazeteci dostlarına bildirmelidir ve bunun Türk medyasını simgelediğinin de altını çizmelidir.
Sosyal medyada milyonlara ulaşan bu sahne, bizim değerlendirmemizin altını yeterince dolduruyor. Yaşanan, ortada.
Tekrarlayalım: Sadece yandaş ve candaş medyaya değil, maalesef muhalif bazı kesimleriyle de tüm Türk medyasına bu Muharrem Sarıkaya zihniyeti egemendir.
Üyelerimizi ve dostlarımızı bu kirli sahneyi yaymaya ve tartışmaya çağırıyoruz.
Muharrem Sarıkayalardan Türk medyası, Fatma Şahinlerden de Türk politikası kurtarılmalıdır. Bu zihniyet etkisizleştirilmelidir.
Erk Acarer saldırısı tüm boyutlarıyla aydınlatılsın: Almanya’daki Türkiye kökenli gazeteciler hedefte mi?
Federal Almanya’nın başkenti Berlin’de alçakça bir saldırıya uğrayan gazeteci Erk Acarer olayından kısa bir süre önce Hollanda’da gazeteci Peter R. De Vries’in sokak ortasında başından vurulması, Avrupa’da özgür basına yönelik saldırıları da gündeme taşımış oldu.
Demokrasinin ve basın özgürlüğünün beşiği olarak bilinen Almanya gibi Avrupa ülkelerinde gazetecilere yönelik meydana gelen peş peşe saldırıların yankısı sürerken ortaya serilen son iddialar, tartışma ve endişeleri daha da alevlendirdi.
Gazeteci Ahmet Nesin, İngiltere, Almanya ve Hollanda’da bulunan kişilere karşı eylem yapılmasıyla ilgili bir mektubun İngiltere’de yakalandığını iddia etti. 43 kişilik bir listeden söz eden Nesin söz konusu listede gazetecilerin, subayların ve akademisyenlerin yer aldığına dair iddialara dikkat çekti.
Saldırıya uğradıktan sonra görevine dönen gazeteci Erk Acarer’in hazırladığı ancak bu hafta sunmadığı “Haber Peşinde” programının ikinci bölümüne konuk olan Artı Gerçek yazarı ve ARTI TV programcısı Ahmet Nesin’in suç duyurusu gibi iddialarına yönelik olarak Berlin’den ise henüz hiçbir açıklama gelmedi.
Kısa bir süre sonra ise sosyal medyada “Jitemkurt” adlı bir hesap, infaz timinin listesinde yer alan isimleri içeren bir paylaşımı Instagram’da yayınladı.
O listede kimler yok ki… Can Dündar, Erk Acarer, Ahmet Nesin, Cevheri Güven, Ferhat Tunç…
Avrupa’nın göbeğinde Türkiye’nin saygın bir gazetecisine arkasında “infaz” kuşkusu bulunan bir saldırı gerçekleştiriliyor. Hemen sonrasında yine Türkiye’nin bir başka saygın gazetecisi 43 kişilik infaz timi listesini dillendiriyor.
Son olarak da sosyal medyada Jitemkurt ya da Jitemer gibi hesaplar, hedef gösterir gibi gazetecilerin adlarını vererek infaz edilecekler listesi paylaşıyor.
Avrupa’da görev yapan Türkiye kökenli gazetecilerin örgütlendiği Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak Alman hükümetinden tüm bu iddialar karşısında acilen ve detaylı bir açıklama yapmasını talep ediyoruz.
Bu iddiaların değerlendirmeye alınıp alınmadığını öğrenmek, hakkımızdır.
Yine Erk Acarer saldırısının da tüm detaylarıyla aydınlığa kavuşturulmasını talep ediyoruz.
Türkiye’deki siyasi krizin ve korku ikliminin yansımalarını bundan sonra Federal Almanya Cumhuriyeti’nde de tecrübe etmemek için resmi makamlar acaba ne tür önlemler alıyor? Ya da alıyor mu?
Almanya’daki Türkçe medya ve Türkiye kökenli gazeteciler tehdit altında mı? Evetse, bu tehlikenin boyutları nedir? Söz konusu infaz timi iddiaları ve öldürülecek gazeteciler listesi eğer doğruysa, Alman hükümeti bu yönde nasıl tedbirler aldı?
ATGB olarak Berlin’den ivedilikle konuyla ilgili net ve somut bir açıklama talep ediyor, Erk Acarer ve ailesine ise geçmiş olsun ve dayanışma dileklerimizi iletmek istiyoruz.