Türkiye’de basın özgürlüğü ve demokratik haklara yönelik baskılar artarak devam ediyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere CHP belediye başkanları ve çalışanlarının önce gözaltına alınıp sonra tutuklanmasının ve Şişli Belediyesi’ne kayyum atanmasının yanı sıra her zaman olduğu gibi sadece görevini yapan gazetecilere yönelik uygulamalar da ne yazık ki devam ediyor.
Milyonlarca insanın ülke genelinde sokaklara çıkmasına neden olan süreçte sabaha karşı yapılan operasyonlarda NOW Muhabiri Ali Onur Tosun, foto muhabiri Bülent Kılıç, gazeteci Zeynep Kuray, AFP muhabiri Yasin Akgül, gazeteci Hayri Tunç, İBB foto muhabiri Kurtuluş Arı, Sendika.org muhabiri Zişan Gür, gazeteci Gökhan Kam, İzmir’de foto muhabir Murat Kocabaş ve BirGün yazarı Barış İnce gözaltına alındı.
Türkiye’de geçtiğimiz hafta yaşanan kaygı verici gelişmeler, sadece Türkiye’nin iç meselesi olmaktan çıkarak, uluslararası alanda da büyük yankı uyandırmaya devam ediyor. Avrupa, yaşanan gelişmeleri kaygıyla takip ediyor. Ancak, her zamanki gibi “yaşananlar Türkiye’nin iç meselesi, biz sadece izlemekle yetiniriz” düşüncesiyle yapılan haber ve yorumları da inandırıcı ve samimi bulmadığımızı belirtmek isteriz.
Türkiye’de hukukun siyasi amaçlara alet edilmesi endişe verici boyutlara ulaştı. 2002 yılından bu yana Avrupa çapında faaliyetlerini yürüten Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak, adaletin bağımsızlığını ve hukuk devletinin özgürce karar verme yetkisini yeniden kazanmasını talep ediyoruz ve “Gazetecilik suç değildir!” diye bir kez daha haykırıyoruz. AKP’nin 23 yıllık iktidarında olduğu gibi, biz gazeteciler, her zaman gerçeği yazmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!
Tutuklu ve hükümlü tüm meslektaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz!
Özgür basın susturulamaz! Türkiye’de sansüre son, gazetecilere özgürlük! Gazeteciler yalnız değildir! Demokrasinin ve laikliğin yaşadığı bir Türkiye istiyoruz!
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu
Türkiye’deki son gelişmeleri, tam demokratik ve laik bir Türkiye isteyen, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğünden yana olan bizleri kaygılandırıyor. Gazeteci İsmail Saymaz, 2013 Gezi Parkı protestolarındaki rolü nedeniyle “hükümeti devirme girişimine yardım etmekle” suçlanarak gözaltına alındı. Son aldığımız haberlere göre, gazeteciler Elif Akgül ve Ercüment Akdeniz İstanbul’da, meslektaşımız Yıldız Tar ise Ankara’da gözaltına alındı. Gazeteciler hakkında 24 saat avukatla görüş yasağı getirildiğini öğrendik.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve büyük olasılıkla cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayı olması beklenen Ekrem İmamoğlu (CHP) ise sabahın erken saatlerinde tutuklandı. Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İmamoğlu’nun bir sonraki seçimlerde kendisini yenebileceğini artık kesin olarak biliyor. CHP ise bu durumu bir “darbe girişimi” olarak nitelendiriyor. Muhalefet partisi CHP’nin lideri Özgür Özel, televizyonda yaptığı açıklamada, Türkiye’nin şu anda “bir sonraki potansiyel cumhurbaşkanına karşı bir darbe girişimi” yaşadığını söyledi.
Bu tutuklama olayı, artık Türkiye’nin sınırlarını aşmış durumda. Alman hükümeti, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve çok sayıda kişinin tutuklanmasını, Türkiye’de demokrasi açısından ciddi bir gerileme olarak değerlendirdi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sebastian Fischer, “Tutuklama, İstanbul Belediye Başkanı’na yönelik artan yasal baskıların bir parçasıdır. Bizim için demokratik ilkelere ve hukukun üstünlüğüne saygı, işleyen bir demokrasinin temel koşuludur” dedi.
Avusturya Dışişleri Bakanlığı da tutuklamayı eleştirdi. Bakanlık, sosyal medya platformlarında yaptığı paylaşımda, “Hukukun üstünlüğüne saygı ve güçlü bir sivil toplum, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri açısından hayati önem taşıyor!” ifadelerine yer verdi. Avrupalı siyasiler bu antidemokratik süreci eleştirse de, Avrupa’nın Türkiye’deki otoriterleşme sürecine (doğrudan olmasa da) yönelik izlediği stratejiler, ne yazık ki bu süreci besleyen unsurlardan biri olmuştur.
Ülkemizde meydana gelen son gelişmeleri, cumhuriyet, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğünden yana olan tüm vatandaşlarımız gibi kaygıyla izlemekteyiz. Hukukun siyasi amaçlara alet edildiği algısı, tüm çevrelerde yaygınlaşmaktadır. Seçmenin verdiği oyların değersizleştirilmesi, kayyım uygulamaları, ulusal iradeye, ekonomiye, toplumsal barışa ve ülkemizin dünyadaki itibarına büyük zarar vermektedir.
Medyaya, yerel yönetimlere, ekonomi dünyasına, sivil toplum kuruluşlarına, üniversitelere ve kültür-sanat camiasına yönelik hukuki ve siyasi baskılara artık son verilmelidir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği olarak, adaletin ve hukuk devletinin özgürce karar verme yetkisine geri dönmesini talep ediyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesinin önüne, her zaman olduğu gibi bugün de dimdik duracağız.
2002 yılından beri Avrupa çapında faaliyet gösteren Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak, tüm dünyaya “Gazetecilik suç değildir!” diye haykırıyor ve özellikle Türkiye’deki gazetecilerin yalnız olmadığını herkesin bilmesini istiyoruz. AKP’nin iktidarda olduğu 23 yılda, tüm kurumların tahrip edildiğini ve laiklik ilkelerinin uygulanmadığını açıkça görmekteyiz. Buna karşın biz gazeteciler, gerçeği yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz!
Tutuklu ve hükümlü tüm meslektaşlarımızın serbest bırakılmasını burada bir kez daha talep ediyoruz: Gazetecilik suç değildir! Özgür basın susturulamaz! Türkiye’de sansüre son, gazetecilere özgürlük!
Türkiye’deki gazeteciler yalnız değildir! Gazetecilerin özgür olduğu, demokrasinin rafa kaldırılmadığı, tam demokratik ve laik bir Türkiye özleminin gerçekleştiği bir Türkiye istiyoruz.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu
Orta Doğu’da savaş bir yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), son aylarda dikkatini ve çabalarını öncelikle İsrail ordusunun saldırılarında 130’dan fazla medya çalışanının öldürüldüğü Gazze’ye odakladı. Gazeteciler ve muhabirler Gazze Şeridi’nin her yerinde tehdit altında ve şimdi Lübnan’da da İsrail ordusunun tehlikesine maruz kalıyorlar. RSF, İsrail ve Batı Şeria’daki medya çalışanlarına gözdağı verilmesini de defalarca eleştirdi.
Şiddet uygulanan saldırıları bildirin
İçinde bulunduğumuz 2024 yılı için, Filistin yanlısı gösteriler çerçevesinde medya çalışanlarına yönelik şiddet içeren saldırılarda bir artış olduğu RSF tarafından çok net bir şekilde belgeleniyor. Orada, bir yandan göstericiler gazetecilere defalarca fiziksel şiddetle tepki gösterirken, diğer yandan polis basın çalışmalarını engellemek ve medya çalışanlarına saldırmakla suçlanıyor.
Basın özgürlüğü ihlallerini bildirin
RSF, bu tür gösterileri haber yapan ve örneğin Filistinlilerin çektiği acıları belgelemek isteyen medya çalışanlarının işlerinin yazı işleri ofisleri tarafından kısıtlandığına veya engellendiğine dair sürekli şikayetler alıyor. Bu konuda daha net bir resim elde etmek için RSF, etkilenenlere de kuruluşla iletişime geçmelerini öneriyor.
Basın özgürlüğü ihlalleri, diğer şeylerin yanı sıra, bir medya çalışanının işten çıkarılması; haber veya makalelerin istişare edilmeden kaldırılması veya değiştirilmesinden sonra sözleşmelerinin geri çekilmesini içerebilir.
RSF, 2020 yılından bu yana aşağıdaki adreslerde medya çalışanlarına yönelik saldırıları topluyor. Elde edilen veriler, 2025 baharında yıllık kapanış programına dahil edilecektir.
Kontakt
ALMANYA Reporter ohne Grenzen e. V. c/o Publix, Hermannstr. 90 12051 Berlin
Bugün Türkiye’de; haksız ve hukuksuz verilen yayın durdurma, idari para ve en son Açık Radyo’ya verilen yayın durdurma kararında görüldüğü gibi halkın haber alma özgürlüğü ihlal ediliyor. Bunun en son örneği Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) kararıyla yayını durdurulan, lisansı iptal edilen Açık Radyo’dur.
RTÜK aldığı bu kararıyla kamu yararını gözetmeden basın ve ifade özgürlüğünü hiçe sayarak Anayasaya aykırı davranmıştır.
Anayasamızın 26. ve 28 Maddesi’nde açıkça “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Basın hürdür, sansür edilemez.” yazıyor.
Otuz yıldır yayın hayatını sürdüren ve RTÜK kararıyla yayını durdurulan ve internet yayın lisansını da kaybeden Açık Radyo’ya verilen bu ceza kabul edilemez.
RTÜK aracılığı ile verilen bu cezalar, yayın durdurmalar ve uygulanan sansür ortada. İktidarın bu uygulamaları Anayasal güvence altında olan ifade ve basın özgürlüğüne vurulmuş birer darbedir.
RTÜK’ün aldığı bu karar Anayasaya aykırıdır!
RTÜK’ün altığı bu karar basın özgürlüğüne darbedir!
RTÜK halkın haber alma hakkını ihlal ediyor!
RTÜK iktidarın sansür aygıtı gibi çalışıyor!
Gazetecilik suç değildir!
Türkiye’deki gazetecilerin yalnız olmadığını herkesin bilmesini istiyoruz.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak RTÜK’ün Açık Radyo’nun yayınını durdurmasını ve lisansının iptal edilmesini şiddetle kınıyoruz.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Yönetim Kurulu adına
Türkiye’de halkı bilgilendirerek güç odaklarını haber ve yazılarıyla rahatsız eden gazetecilere tehdit yağıyor. Son olarak yaptığı haberler nedeniyle Cumhuriyet gazetesi yazarı Murat Ağırel hedef gösterildi ve tehdit edildi.
Gazetecilik değil, gazetecileri hedef göstermek ve tehdit etmek suçtur. Basın ve düşünceyi ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelidir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB)olarak Ağırel’i hedef gösterenleri ve ölümle tehdit edenleri kınıyor, ülkeyi yönetenleri gerekli önlemleri almaya ve acilen adım atmaya çağırıyoruz. Gazetecilik suç, Ağırel yalnız değildir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği(ATGB) Yönetim Kurulu adına Recai Aksu (Başkan)
İsveç’te yaşamını sürdüren üyemiz gazeteci Seda Şanlıer Türkiye’ye girerken Sabiha Gökçen havalimanında polis tarafından alıkonuldu. Şanlıer, 2020 yılında Tele 1 kanalında, İsveç’te tedavi edilmediği iddiasıyla özel uçakla Türkiye’ye getirilen Emrullah Gülüşken hakkında yaptığı haber nedeniyle hükümet yanlısı basın ve yandaşlar tarafından yoğun saldırılara uğramıştı.
Şanlıer, 25 Haziran Salı günü Almanya Dortmund havalimanından saat 14:50’den kalkan PC1052 Pegasus Hava Yolları uçağıyla Sabiha Gökçen Havalimanı’na hareket etmiş ve uçak Türkiye saatiyle 19:25’te İstanbul’a inmiştir. Seda Şanlıer, 19:44’te bir yakınına “beni alacaklar galiba” diye yazmış, ardından da yolculardan biri gazeteci arkadaşımızın yakınlarına Şanlıer’in alındığını duyurmuştur.
Bu tür alıkoyma ve gözaltı gibi yöntemlerle yurtdışında yaşayan gazetecilere gözdağı vermeyi ve yıldırmayı amaçlayan korku imparatorluğu iktidarı son olarak arkadaşımız Şanlıer’i hedef almıştır. Avrupa Türk Gazeteciler Birliği olarak Seda Şanlıer’e yapılanı kınıyor ve yargının bir an önce devreye girerek arkadaşımızın tekrar özgürlüğüne kavuşmasını talep ediyoruz.
Gazetecilik suç değildir. Seda Şanlıer yalnız değildir. Üyemiz Seda Şanlıer’in sonuna kadar yanındayız.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu
“Özgür Basın”ın olmadığı Türkiye ve Dünyada “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü” Kutlu Olsun…
Gazetecilik suç değildir!
Sizlerin de bildiği gibi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1993 yılında aldığı kararla “Basının demokrasiyi korumaktaki rolünü vurgulamak, etik gazeteciliği ön plana çıkarmak ve dünyada basının sansür edildiği ülkelerdeki gazetecilerin durumuna dikkat çekmek” amacıyla “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü” tüm dünyada kutlanıyor. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü aynı zamanda görevini yaparken öldürülen gazetecileri anmak ve ülkelerdeki yetkililere sorumluluklarını hatırlatmak amacıyla kutlanıyor.
Türkiye’de basın özgürlüğü var mı ki “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü” nü kutlayalım?
Önceki gün 1 Mayıs’ta 1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nün İstanbul Taksim’de nasıl engellendiğini, gazetecilerin hangi koşullarda görev yaptığını hepimiz medyadan izledik.
Polis, biber gazı ve plastik mermiyle yurttaşların Taksim’e yürüyüşünü engelledi. Gazeteciler darp edildi. Saraçhane’de polis “süpürün” diye anons yaptı.1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlere biber gazı ile müdahale edilirken, eylemi izleyen gazeteciler de polis müdahalesinden etkilendi. Gazetecilerin müdahale sırasında yere düştükleri görüldü.
İktidarı ve onun politikalarını desteklemeyen onlarca gazeteci işinden oldu, AKP politikalarına yönelik en ufak eleştirileri nedeniyle gazetelerden, televizyon kanallarından kovuldu.
Kritik davalarda alınan gizlilik kararları, iktidarı rahatsız eden haberlere getirilen erişim yasakları, RTÜK ve Basın İlan Kurumu (BİK) aracılığıyla hizaye çekmeler ve ekonomik baskılar ile gazetecilere sosyal medya paylaşımları nedeniyle açılan davalar ve tutuklamalar Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün olmadığını gösteriyor. Her şeye rağmen kamuoyuna gerçeği ulaştırmaya çalışan gazetecilerin mücadelesi anlamlı ve önemlidir. Aslında özgür basının olmadığı Türkiye’de 3 Mayıs Dünya Basın Günü kutlamak bir şey ifade etmiyor, ancak hatırlamak ve hatırlatmak için ‘3 Mayıs Dünya Basın Günü’ önemli.
Gazetecilerin yaptığı haberlerinin gözaltı ve tutuklama gerekçesi sayıldığı, sansürün ve otosansürün yaygınlaştığı bir Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün ne anlama geldiği çok açıktır.
Bugüne kadar yayınlanan ulusal ve uluslararası basın-yayın meslek örgütlerinin raporları, sürgün edilen, işsiz bırakılan, sansür ve otosansüre zorlanan ve yaşamı tehdit edilen gazetecilerin durumu, Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğünü yeterince ifade ediyor.
2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye180 ülke içerisinde 165’inci sırada
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) raporuna göre; gazetecilere yönelik baskıya hız verildiği gerekçesiyle 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye180 ülke içerisinde 165’inci sırada.
Türkiye’deki gazeteciler özgür değil
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) tarafından hazırlanan 2022-2023 Basın Özgürlüğü Raporu‘na göre, 3 Mayıs 2023 tarihi itibarıyla 47 gazeteci gazetecilik faaliyeti nedeniyle cezaevinde. TGS’nin raporuna göre son bir yılda en az 96 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı, 43 gazeteci sözlü olarak tehdit edildi, 97 gazeteci gözaltına alındı ve 32 gazeteci tutuklandı.
AKP iktidarında kurumlar tahrip edildi. Hilafet ve şeriat çağrılarının yapıldığı Türkiye’de laikliğe dönük saldırılar arttı, ekonomi iflas etti ve medya kuşatıldı. İktidarın keyfi uygulamaları ve “Sansür Yasası” ile ‘gazeteciler’ baskı altında.
“Türkiye’deki basın özgürlüğü ihlalleri”ni Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak tüm dünyaya “Gazetecilik suç değildir!” diye basın açıklamalarıyla, Belçika ve Fransa’da Avrupa Parlamentosu’nun önünde haykırmış, Türkiye’deki gazetecilerin yalnız olmadığını dile getirmiştik.
Sendikaların ve uluslararası kurumların hazırladığı raporlar, somut veriler Türkiye’de gazeteciler üzerindeki baskıyı gözler önüne seriyor.
Gazetecilere temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkûmiyet
Uluslararası Af Örgütü’nün yayınladığı yıllık raporda; “Türkiye’de insan hakları savunucuları, gazeteciler, muhalif siyasetçiler ve diğerleri hakkında temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkûmiyet kararlarının devam ettiği” ifade edildi. Rapora göre Türkiye’de terörle mücadele ve dezenformasyon yasaları ifade özgürlüğünü sınırlandırmak için kullanıldı.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları (AKİH) Komiseri Dunja Mijatovic, Türkiye’de insan hakları, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı konularındaki gözlemlerini kayda geçirdiği 14 sayfalık raporunda, “Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün endişe verici düzeyde gerilediğini, medyanın yüzde 90’ının hükümet kontrolünde olmasının demokratik tartışma ortamını engellediğini” açıkladı.
AKİH Komiseri Mijatovic, “Türkiye’de hükümetin Meclis’ten 2022’de geçirdiği İnternet Yasası ve Basın Yasası ile TCK’da yaptığı düzenlemelerle “yanlış ve yanıltıcı haber” yapmayı cezalandıracak unsurları gündeme getirdiğini ve Aralık 2022 itibariyle 700 bin internet alan adı, 150 bin URL adresi ve 55 bin X mesajının bloke edildiğini” açıkladı.
Mijatovic’in raporunda; “2023 yılında Türkiye’nin 52 tutuklama ile en çok gazeteci tutuklayan ülke olduğu” belirtildi.
IPI ‘Medyanın yüzde 90’ı hükümetin kontrolünde’
Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) hazırladığı rapora göre ise Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinden beri kapatılan medya kuruluşu ve basımevi sayısı 170’e ulaşırken, Türkiye hükümeti medyanın yaklaşık yüzde 95’ini etkisi altına aldı.
Dünya’da Basın Özgürlüğünden örnekler…
İran’a bakalım; Mahsa Amini Eylül 2022’de başörtüsünü “düzgün” takmadığı iddiayla gözaltına alındıktan sonra, polis gözetimindeyken öldü. Shargh gazetesinden Nilüfer Hamedi ve Hammihan gazetesinden Elaha Muhammedi, “Mahsa’nın Sakız kentinde düzenlenen cenazesiyle” ilgili haber yaptılar, daha sonra da gözaltına alındılar. “kadın, hayat, özgürlük” hareketini haberleştirmekten tutuklanan 31 kadın gazeteciden beşi de halen hapiste.
Alın size 3 Mayıs Dünya Gazeteciler Günü!
Gazze’de 7 Ekim’den bu yana 22’si çalışırken 105 gazeteci öldürüldü
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) Orta Doğu Masası Şefi Jonathan Dagher, Gazze’de 7 Ekim’den bu yana en az 22’si çalışırken 105’ten fazla gazetecinin öldürüldüğünü açıkladı.
RSF’nin Orta Doğu Masası Şefi Jonathan Dagher ‘Gazze’de altı ayda 100’den fazla gazeteci öldürüldü; uluslararası toplum nerede?’ diye sordu. Gazeteci Moussa al-Zaanoon “Tüm dünyaya bilgi sağlamanın bizim görevimiz olduğunu hissettik. Sürekli babamı, annemi ve kendi hayatımı kaybetme korkusu içindeydim ama olanları bildirmenin benim görevim olduğunu anladım” diyor. Bu açıklamalar gazetecilerin hangi koşullar altında görev yaptığını gösteriyor.
Meksika’da 1995 yılından bu yana 156 gazeteci öldürüldü
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) Latin Amerika bürosu müdürü Arthur Romeu gazeteciliğin Meksika’da yüksek riskli bir meslek olduğunu belirterek “1995’ten bu yana, 143’ü erkek ve 13’ü kadın en az 156 gazeteci, organize suç, cezai şiddet veya uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili konuları araştırdıkları için öldürüldü.” diyor.
Uğur Mumcu her zaman olduğu gibi yolumuzu aydınlatıyor…
Katledilen Uğur Mumcu’nun gazeteci tanımını hatırlayalım: Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir.
Uğur Mumcu’nun yolunda yürümeye çalışan gazeteciler olarak ifade ve basın özgürlüğü, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı için mücadele etmeye devam edeceğiz. Basın ve ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. Mesleğimizi onurumuzla yapmaya devam edeceğiz ve susmayacağız.
21 yıllık AKP iktidarı, seçimlere kısa bir süre kala, baskı ve sansürün dozajını arttırdı.
Bir süredir Deutsche Welle’nin (DW) Türkçe yayınlarının İstanbul Koordinatörü olarak çalışan, Almanya’nın önde gelen günlük gazetelerinden “Frankfurter Allgemeine Zeitung“da (FAZ) “İstanbul’dan Mektup“ köşesinde düzenli olarak Türkiye’deki gelişmelerle ilgili yazı ve haber analizleri yayınlanan Gazeteci Bülent Mumay’a verilen hapis cezası Türkiye’de yargının siyasallaştığını son örneği oldu.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak gazeteciliğin bir kamu görevi olduğunu ve Anayasa tarafından güvence altına alındığını bir kez daha hatırlatırız. Gazetecinin görevi, toplumu aydınlatmaktır. Bu nedenle gazetecilik suç değildir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak medyaya gözdağı amacıyla verilen 1 yıl 8 aylık hapis cezasının derhal kaldırılmasını talep ediyoruz. Mumay’ın aldığı cezaya dair haberlere erişim engeli kararı alınması ise hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu karar, Erdoğan’ın korku imparatorluğunun son günlerindeki son çırpınışlarından biridir. Eleştirel ve bağımsız gazeteciliğin susturulmasına dönük bu kararı da kınıyoruz.
Türkiye’de baskı ve korku rüzgârı altında gazetecilik görevlerini yerine getiren ve halkı aydınlatan Bülent Mumay gibi tüm gazetecilerin yanında olduğumuzu ilan eder, dayanışma duygularımızı ileterek, laik, demokratik ve “gazeteciliğin suç olmadığı” bir Türkiye için mücadelemize devam edeceğimizi tekrar hatırlatırız.
14 Mayıs seçimleri yaklaşırken Erdoğan güdümlü yargının medyaya gözdağı verme operasyonları sıklaşıyor. 21 yıllık AKP iktidarı, seçimlere kısa bir süre kala, baskı ve sansürün dozajını arttırdı. Son olarak medyada iddia ve ifşaatlarda bulunan Muhammet Yakut isimli kişi ile röportaj yaptığı gerekçesiyle gazeteci Serdar Akinan gözaltına alındı.Akinan İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nde verdiği ifadede “Yakut’u tanımadığını ve iddiaların konuşulmaya değer olduğunu görerek araştırma ihtiyacı hissettiğini” söyledi ve “Ülkemiz, tarihinin en kritik seçimine giderken dile getirilen bu kadar ağır iddiaların sorgulanması bir gazetecinin asli görevidir. Ben işimi yaptım” ifadelerini kullandı.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak gazeteciliğin bir kamu görevi olduğunu ve Anayasa tarafından güvence altına alındığını bir kez daha hatırlatırız. Gazetecinin görevi, toplumu aydınlatmaktır. Bu nedenle gazetecilik suç değildir.
Türkiye’de baskı ve korku rüzgarı altında gazetecilik görevlerini yerine getiren ve halkı aydınlatan tüm gazetecilerin yanında olduğumuzu ilan eder, dayanışma duygularımızı ileterek, laik, demokratik ve “gazeteciliğin suç olmadığı”bir Türkiye için mücadelemize devam edeceğimizi tekrar hatırlatırız.
Görevini yerine getiren meslektaşımız Serdar Akinan hemen serbest bırakılmalı, yargı zamanını yapılan röportajda dile getirilen iddiaları soruşturmaya ayırmalıdır. Kuvvetler ayrılığının hiçe sayıldığı bir ortamda, 3. kuvvet olması gereken yargı bağımsızlığına kavuşmalı ve 4. Kuvvet medyanın üzerinden elini çekmeli ve iktidarın sopası olmaya son vermelidir.
Serdar Akinan ve halkı aydınlatmaya çaba harcayan Türkiye’deki diğer gazeteci arkadaşlarımız yalnız değildir. Gözdağları, ülkenin dağlarına bahar gelmesine engel olamayacaktır. Korkunun ecele faydası yoktur. Korku iktidarının sonu gelmek üzeredir.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu
Um die Pressefreiheit in der Türkei steht es nicht gut, aber es besteht Hoffnung auf Besserung. Alles hängt von der kommenden Präsidentschaftswahl ab, sagten die Journalist*innen Şirin Payzın, Barış Terkoğlu und Timur Soykan bei einem Pressegespräch der dju in ver.di Hamburg. Verliert Recep Tayyip Erdogan die Wahl, kann sich die Presselandschaft erholen. Gewinnt er, gibt es keine Hoffnung mehr.
4. APRIL 2023VON LARS HANSEN
Die drei Journalist*innen waren nach Hamburg gekommen, um an einer Podiumsdiskussion des deutsch-türkischen Nachrichtenportals „Avrupa Postasi” teilzunehmen. „Pressefreiheit nach dem Erdbeben und vor der Wahl” war der Titel. Die Hamburger dju hatte dazu mit eingeladen, Payzin, Terkoğlu und Soykan sind in der Türkei prominente Politikjournalist*innen. Şirin Payzın moderiert beim regierungskritischen Sender „Halk TV” die politische Talkshow „Sözum Var” („Gespräch”); Terkoğlu, der Kolumnen in der liberalen Tageszeitung „Cumhuriyet” schreibt und Soykan, der Reporter bei der linken Tageszeitung „Birgün“ ist, sind in Payzins Show regelmäßig zu Gast.
„Dass wir noch arbeiten, ist der Beweis, dass die türkische Presse noch nicht verloren ist”, sagt Barış Terkoğlu. „Es gibt noch Journalist*innen in der Türkei, die regierungskritisch berichten, auch wenn wir damit riskieren, ins Gefängnis zu müssen.”
Barış Terkoğlu weiß, wovon er redet: Zweimal war er bereits inhaftiert. Die Vorwürfe gegen ihn konnten widerlegt werden, aber bis dahin musste er jeweils monatelang ins Untersuchungsgefängnis. Im ersten Fall waren sogar nachweislich vermeintliche Beweise gegen ihn von dritten auf seinen Rechner kopiert worden. Solche Verhaftungen oder gar Verurteilungen zu langen Haftstrafen sind aber nur die Spitze des Eisbergs. Geldstrafen, Veröffentlichungs- oder Sendeverbote sind an der Tagesordnung und treffen die Sender, Verlage und Nachrichtenportale im Portemonnaie. Die Anwaltskosten tun ein Übriges. „Gegen mein letztes Buch sind 33 Strafanträge anhängig”, sagt Terkoğlu. „Addiert man die geforderten Strafen, müsste ich für 220 Jahre ins Gefängnis!”
Zu der latenten Gefahr der Inhaftierung kritischer Journalist*innen kommen die willkürliche Allmacht der Zensurbehörde, die wegen geringster Kleinigkeiten Veröffentlichungen untersagen kann und die Pressekonzentration: 90 Prozent der Nachrichtenportale, Sender und Verlage gehören Erdogan-nahen Unternehmern. „Wir leben in einer Dystopie”, sagt Timur Soykan“, in der die Grenzen von Logik und Verstand nicht mehr gelten. Aber zum Glück würden diese Medien bei den Türkischen Menschen als deutlich weniger glaubwürdig, als die regierungskritischen gelten.
„Das ist ein Teil der Hoffnung”, sagt Barış Terkoğlu, „denn die kritischen Medien werden überleben, wenn Erdogan die Wahl verliert. Die regierungstreuen Medien hingegen leben von großzügigen Anzeigen des Staates oder der AKP. Wenn diese Einnahmen unter einer neuen Regierung wegbleiben, werden diese Verleger aufgeben. Dann ist wieder Platz für Vielfalt!”
Şirin Payzın sieht diese Hoffnung ebenfalls, zeichnet aber gleichzeitig auch ein düsteres Bild, was passiert, wenn Erdogan die Präsidentenwahl doch noch gewinnt. Derzeit liegt er in Umfragen zwar zurück, aber bis zur Wahl sind es noch sieben Wochen und Erdogan hat Umfragetiefs schon häufiger überstanden. „Sollte er gewinnen, wird die Türkei entsäkularisiert und ein islamistischer Staat”, fürchtet Paysin. „darunter wird mehr leiden, als nur die Pressefreiheit. Die Türkei wird sich dann nicht mehr von anderen Staaten im Nahen Osten unterscheiden und sich von Europa entfernen. Insofern ist es weise, dass Olaf Scholz oder Emmanuel Macron vor den Wahlen bewusst nicht in die Türkei reisen, und so den Präsidenten aufwerten; so wie es Frau Merkel regelmäßig tat, wenn sie im Wahlkampf anlasslos auf Staatsbesuch kam.”
Das verheerende Erdbeben im Südosten der Türkei hat Erdogan viele sicher geglaubte Stimmen gekostet. Umso wichtiger ist es seiner Regierung, Negativnachrichten über ihr Handeln nach der Katastrophe zu unterdrücken. „Man hat jetzt die Bauunternehmer als die Sündenböcke deklariert”, sagt Timur Soykan, „aber dass die staatliche Bauaufsicht versagt hat, sollen wir nicht berichten. Das ist es, was die Regierung an uns hasst: Wir sind die Zeugen ihrer Inkompetenz!”
Sirin Paysin war nach dem Beben sehr schnell im betroffenen Gebiet und wurde Zeugin von Plünderungen. „Offiziell hat es nie Plünderungen gegeben”, berichtet sie, „aber die Region ist ein Zentrum des Goldhandels und der Schmuckverarbeitung. Es sind islamistische Gruppen aus Syrien angereist, um hier nach dem Beben ihre Kassen zu füllen. Davon will die Regierung nichts berichtet wissen.”
Auch Paysin hat Erfahrungen mit der Zensurbehörde: „Ist ihr eine ihrer Sendungen zu regierungskritisch, muss sie im Online-Archiv gesperrt werden.“ Einmal wurde der Sender für eine Ausstrahlung auch damit bestraft, dass er die nächsten fünf Ausgaben ebenfalls nicht senden durfte. Dadurch brechen Werbeeinnahmen weg und Senderverantwortliche werden erfolgreich eingeschüchtert.
Einen Plan B, falls Erdogan die Wahl erneut gewinnt, haben die drei nicht. „Wir machen weiter, wie bisher, solange das noch geht”, sagt Timur Soykan. Kaynak:https://www.avrupa-postasi.com/
Bericht und Foto: Lars Hansen
Diese Website benutzt Cookies. Wenn du die Website weiter nutzt, gehen wir von deinem Einverständnis aus. || Bu web sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır.OKNein | Çerez istemiyorumDatenschutzerklärung