3 MAYIS DÜNYA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ GÜNÜ KUTLU OLSUN

“Özgür Basın”ın olmadığı Türkiye ve Dünyada  “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü” Kutlu Olsun…

Gazetecilik suç değildir!

Sizlerin de bildiği gibi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1993 yılında aldığı kararla “Basının demokrasiyi korumaktaki rolünü vurgulamak, etik gazeteciliği ön plana çıkarmak ve dünyada basının sansür edildiği ülkelerdeki gazetecilerin durumuna dikkat çekmek” amacıyla “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü” tüm dünyada kutlanıyor. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü aynı zamanda görevini yaparken öldürülen gazetecileri anmak ve ülkelerdeki yetkililere sorumluluklarını hatırlatmak amacıyla kutlanıyor.

Türkiye’de basın özgürlüğü var mı ki “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü” nü kutlayalım?

Önceki gün 1 Mayıs’ta 1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nün İstanbul Taksim’de nasıl engellendiğini, gazetecilerin hangi koşullarda görev yaptığını hepimiz medyadan izledik.

Polis, biber gazı ve plastik mermiyle yurttaşların Taksim’e yürüyüşünü engelledi. Gazeteciler darp edildi. Saraçhane’de polis  “süpürün” diye anons yaptı.1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlere biber gazı ile müdahale edilirken, eylemi izleyen gazeteciler de polis müdahalesinden etkilendi. Gazetecilerin müdahale sırasında yere düştükleri görüldü.

       İktidarı ve onun politikalarını desteklemeyen onlarca gazeteci işinden oldu, AKP politikalarına yönelik en ufak eleştirileri nedeniyle gazetelerden, televizyon kanallarından kovuldu.

     Kritik davalarda alınan gizlilik kararları, iktidarı rahatsız eden haberlere getirilen erişim yasakları, RTÜK ve Basın İlan Kurumu (BİK) aracılığıyla hizaye çekmeler ve ekonomik baskılar ile gazetecilere sosyal medya paylaşımları nedeniyle açılan davalar ve tutuklamalar Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün olmadığını gösteriyor. Her şeye rağmen kamuoyuna gerçeği ulaştırmaya çalışan gazetecilerin mücadelesi anlamlı ve önemlidir.  Aslında özgür basının olmadığı Türkiye’de 3 Mayıs Dünya Basın Günü kutlamak bir şey ifade etmiyor, ancak hatırlamak ve hatırlatmak için ‘3 Mayıs Dünya Basın Günü’ önemli.

    Gazetecilerin yaptığı haberlerinin gözaltı ve tutuklama gerekçesi sayıldığı, sansürün ve otosansürün yaygınlaştığı bir Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün ne anlama geldiği çok açıktır.

    Bugüne kadar yayınlanan ulusal ve uluslararası basın-yayın meslek örgütlerinin raporları, sürgün edilen, işsiz bırakılan, sansür ve otosansüre zorlanan ve yaşamı tehdit edilen gazetecilerin durumu,  Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğünü yeterince ifade ediyor.

2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye180 ülke içerisinde 165’inci sırada

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) raporuna göre; gazetecilere yönelik baskıya hız verildiği gerekçesiyle 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye180 ülke içerisinde 165’inci sırada. 

Türkiye’deki gazeteciler özgür değil

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) tarafından hazırlanan 2022-2023 Basın Özgürlüğü Raporu‘na göre, 3 Mayıs 2023 tarihi itibarıyla 47 gazeteci gazetecilik faaliyeti nedeniyle cezaevinde. TGS’nin raporuna göre son bir yılda en az 96 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı, 43 gazeteci sözlü olarak tehdit edildi, 97 gazeteci gözaltına alındı ve 32 gazeteci tutuklandı.

    AKP iktidarında kurumlar tahrip edildi. Hilafet ve şeriat çağrılarının yapıldığı Türkiye’de laikliğe dönük saldırılar arttı, ekonomi iflas etti ve medya kuşatıldı. İktidarın keyfi uygulamaları ve “Sansür Yasası” ile ‘gazeteciler’ baskı altında.

      “Türkiye’deki basın özgürlüğü ihlalleri”ni  Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak tüm dünyaya “Gazetecilik suç değildir!” diye basın açıklamalarıyla, Belçika ve Fransa’da Avrupa Parlamentosu’nun önünde haykırmış, Türkiye’deki gazetecilerin yalnız olmadığını dile getirmiştik.

     Sendikaların ve uluslararası kurumların hazırladığı raporlar, somut veriler Türkiye’de gazeteciler üzerindeki baskıyı gözler önüne seriyor.

 Gazetecilere temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkûmiyet

Uluslararası Af Örgütü’nün yayınladığı yıllık raporda; “Türkiye’de insan hakları savunucuları, gazeteciler, muhalif siyasetçiler ve diğerleri hakkında temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkûmiyet kararlarının devam ettiği” ifade edildi. Rapora göre Türkiye’de terörle mücadele ve dezenformasyon yasaları ifade özgürlüğünü sınırlandırmak için kullanıldı.

 Avrupa Konseyi İnsan Hakları (AKİH) Komiseri Dunja Mijatovic, Türkiye’de insan hakları, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı konularındaki gözlemlerini kayda geçirdiği 14 sayfalık raporunda, “Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün endişe verici düzeyde gerilediğini, medyanın yüzde 90’ının hükümet kontrolünde olmasının demokratik tartışma ortamını engellediğini” açıkladı.

      AKİH Komiseri Mijatovic, “Türkiye’de hükümetin Meclis’ten 2022’de geçirdiği İnternet Yasası ve Basın Yasası ile TCK’da yaptığı düzenlemelerle “yanlış ve yanıltıcı haber” yapmayı cezalandıracak unsurları gündeme getirdiğini  ve Aralık 2022 itibariyle 700 bin internet alan adı, 150 bin URL adresi ve 55 bin X mesajının bloke edildiğini” açıkladı.

Mijatovic’in raporunda; “2023 yılında Türkiye’nin 52 tutuklama ile en çok gazeteci tutuklayan ülke olduğu” belirtildi.

   IPI ‘Medyanın yüzde 90’ı hükümetin kontrolünde’

Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) hazırladığı rapora göre ise Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinden beri kapatılan medya kuruluşu ve basımevi sayısı 170’e ulaşırken, Türkiye hükümeti medyanın yaklaşık yüzde 95’ini etkisi altına aldı.

   Dünya’da Basın Özgürlüğünden örnekler… 

İran’a bakalım; Mahsa Amini Eylül 2022’de başörtüsünü “düzgün” takmadığı iddiayla gözaltına alındıktan sonra, polis gözetimindeyken öldü. Shargh gazetesinden Nilüfer Hamedi ve Hammihan gazetesinden  Elaha Muhammedi, “Mahsa’nın Sakız kentinde düzenlenen cenazesiyle” ilgili haber yaptılar, daha sonra da gözaltına alındılar.  “kadın, hayat, özgürlük” hareketini haberleştirmekten tutuklanan 31 kadın gazeteciden beşi de halen hapiste.

Alın size 3 Mayıs Dünya Gazeteciler Günü!

     Gazze’de 7 Ekim’den bu yana 22’si çalışırken 105 gazeteci öldürüldü

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) Orta Doğu Masası Şefi Jonathan Dagher, Gazze’de  7 Ekim’den bu yana en az 22’si çalışırken 105’ten fazla gazetecinin öldürüldüğünü açıkladı.

RSF’nin Orta Doğu Masası Şefi Jonathan Dagher ‘Gazze’de altı ayda 100’den fazla gazeteci öldürüldü; uluslararası toplum nerede?’ diye sordu. Gazeteci Moussa al-Zaanoon “Tüm dünyaya bilgi sağlamanın bizim görevimiz olduğunu hissettik. Sürekli babamı, annemi ve kendi hayatımı kaybetme korkusu içindeydim ama olanları bildirmenin benim görevim olduğunu anladım” diyor. Bu açıklamalar gazetecilerin hangi koşullar altında görev yaptığını gösteriyor.

Meksika’da 1995 yılından bu yana 156 gazeteci öldürüldü

   Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) Latin Amerika bürosu müdürü Arthur Romeu gazeteciliğin Meksika’da yüksek riskli bir meslek olduğunu belirterek   “1995’ten bu yana, 143’ü erkek ve 13’ü kadın en az 156 gazeteci, organize suç, cezai şiddet veya uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili konuları araştırdıkları için öldürüldü.” diyor.

     Uğur Mumcu her zaman olduğu gibi yolumuzu aydınlatıyor…

Katledilen Uğur Mumcu’nun gazeteci tanımını hatırlayalım: Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir.

      Uğur Mumcu’nun yolunda yürümeye çalışan gazeteciler olarak ifade ve basın özgürlüğü, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı için mücadele etmeye devam edeceğiz. Basın ve ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. Mesleğimizi onurumuzla yapmaya devam edeceğiz ve susmayacağız.

Türkiye’de medya özgür değil. Gazeteciler sansürleniyor, kovuluyor, hapse atılıyor.  

Basının önündeki engellerin, baskıların, sansürün ortadan kaldırıldığı günler dileğiyle, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü kutlu olsun!

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği

Yönetim Kurulu Adına

Recai Aksu

ATGB: HUKUKSUZ KARARI VE ANAYASANIN ASKIYA ALINMASINI KINIYORUZ

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Numan Kurtulmuş yurt dışındayken Yargıtay’ın Türkiye İşçi Partisi(TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği hukuk dışı karar AKP Meclis Başkanvekili Bekir Bozdağ tarafından Meclis kürsüsünden okutulmuş ve TBMM Hatay halkının iradesini yok sayan bir karara imza atarak Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürmüştür.

Can Atalay, 14 Mayıs Genel Seçimleri’nde TİP tarafından milletvekili adayı gösterilmiş ve Can’ın milletvekili olabileceği Yüksek Seçim Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Hatay halkı, iradesini ortaya koyarak Can Atalay’ı milletvekili seçmiş ve Atalay’a milletvekili mazbatası verilmiştir. Meclis’te milletvekillerinin yemin etmek için kürsüye çağırıldığı esnada Can Atalay’ın adı ‘Hatay milletvekili’ olarak okunmuş ve Can Atalay TİP tarafından Meclis Başkanlığı için aday gösterilmiştir.

Can Atalay’ın Meclis Başkanlığına adaylığı kabul edilmiş, ayrıca Meclis’teki tüm siyasi partilerin oy birliği ile Can Atalay, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi olmuştur. Dolayısıyla, ortada Can Atalay’ın milletvekili sıfatı kazandığına dair hiçbir şüphe yoktur.

Tüm bunlara rağmen Can Atalay’ın tahliye edilmemesine ilişkin Anayasa Mahkemesine(AYM) yapılan başvurunun sonucunda Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesine karar vermiştir. Karar, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş olsa da mahkeme kararın gereğini yerine getirmeyerek dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise Anayasa’yı tanımamaya devam ederek AYM kararını hiçe sayan, hukuken bir karar olarak dahi adlandırılamayacak bir metne imza atmıştır. Bu hukuksuzluk üstüne AYM’ye bir başvuru daha yapılmış ve bu kez AYM, dosyanın görevli ve yetkili mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesine oy birliğiyle karar vermiştir.

Bu süreç yine aynı şekilde sürmüş ve Can Atalay’ın hukuksuz tutukluluğu devam etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yargıtay eliyle gerçekleştirilen Darbe girişiminin bir ortağı haline gelmiştir. AYM kararlarının bağlayıcı olduğu ve tüm yargı kurumlarını bağladığı yönündeki Anayasa hükmü önce Yargıtay tarafından, ardından da TBMM tarafından fiilen yürürlükten kaldırılmıştır.
Türkiye’de artık bir anayasanın bulunmadığı, anayasal güvencelerin ortadan kaldırıldığı, TBMM tarafından tescillenmiştir.


Avrupa Türk Gazeteciler Birliği(ATGB) olarak bu hukuksuz kararı ve anayasayı askıya alarak uygulayanları kınıyoruz. Can Atalay derhal serbest bırakılmalı ve Hatay halkını mecliste temsil etmelidir.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği(ATGB) Yönetim Kurulu adına
Recai Aksu (Başkan)

TGS’den SETA hakkında savcılığa suç duyurusu

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) SETA hakkında DW Türkçe’nin de aralarında bulunduğu bazı uluslararası medya kuruluşlarıyla ilgili raporu nedeniyle suç duyurusunda bulundu.

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) hakkında İstanbul Nöbetçi Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. TGS dilekçede SETA’nın, İsmail Çağlar, Kevser Hülya Akdemir ve Seca Toker imzalı “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” raporuyla “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” ile “Kişisel verilerin kaydedilmesi” suçlarını işlediğini savundu.

TGS dilekçesinde söz konusu raporda uluslararası medya kuruluşlarının tarihine ilişkin genel bir bilgilendirme yapıldıktan sonra “Kritik Olaylardaki Tavır”, “15 Temmuz Darbe Girişimi”, “Terörle Mücadele/PKK-Hendek Terörü ve HDP’li vekillerin Tutuklanması”nın da aralarında bulunduğu farklı alt başlıklarda incelemelerde bulunduğunu hatırlattı. TGS “Bu incelemelerde medya kuruluşları tarafından yayımlanan bir takım haber, analiz, yorum ve röportajların yalnızca başlıkları çekilerek, hükümet karşıtı tutum sergileyip sergilemedikleri üzerinden değerlendirmelerde bulunulmuştur” ifadesine yer verdi.

Dilekçede, “Önemle belirtmek gerekir ki bu başlıkların hangi kritelerle ve metotlara göre belirlendiği meçhuldür. Oysa ‘rapor’ olarak sunulan belgede bu kriter ve metotların açıklanması bilimsel zorunluluktur” denildi. TGS suç duyurusunda, “Öz bir ifadeyle haberler bağlamından koparılarak cımbızlama usulü ile seçilmiştir. Bu cımbızlama seçimler ile ‘hükümet karşıtı söylemlerde bulunulduğu’, ‘algı yaratıldığı’ şeklinde ithamlarda bulunulmuştur. Öte yandan kişisel algı ve idelolojik bakış üzerinden yapılan analizler bilimsel gerçekmiş gibi savunulmuştur” ifadelerine yer verildi.

TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş adliye önünde yaptığı açıklamada, “Rapor dedikleri şeydeki suçlamalarla saygın medya kuruluşlarını ve işini layıkıyla yapan gazetecileri kriminalize etmek istediler. Ama başaramayacaklar. Gerçek haber bu topluma ulaşacak” dedi.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı raporunda, aralarında Deutsche Welle Türkçe’nin yanı sıra BBC Türkçe, Amerika’nın Sesi, Sputnik Türkiye, Euronews Türkiye, CRI Türk ve Independent Türkçe’nin kuruluş süreçleri incelenmiş, daha sonra “Türkiye için önemli kırılma noktası olduğu düşünülen çeşitli siyasi ve ekonomik olaylara verdikleri tepkiler” ve bu kurumlarda çıkan haberler derlenmişti.

Adı geçen basın kurumlarında çalışan bazı isimlerin “yabancı ve Türk muhabirler” başlıkları altında ayrı ayrı yer aldığı raporda, muhabirlerin öz geçmişlerinden, sosyal medya paylaşımlarından ve yaptıkları haberlerden yola çıkılarak dünya görüşlerine ilişkin yorumlar da yapılmıştı. Gazetecilerin Twitter hesaplarından alınan bazı ekran görüntülerinin örnek olarak sunulduğu raporda, bu kişilerin hangi siyasi şahıs ya da gruplara yakın durduklarına ilişkin yorumlar ve hatta kimleri retweetledikleri bilgisi de ortaya koyulmuştu.

Ayrıca gazetecilerin isimleri ve daha önce çalıştıkları ya da halihazırda bağlantılarının bulunduğunun öne sürüldüğü medya organlarına ilişkin şemalar da raporun bir diğer parçasını oluşturuyor.

Gazeteci örgütlerinden tepki

SETA’nın raporuna çok sayıda gazeteci örgütü gazeteciliği hedef aldığı ve fişleme amacı taşıdığı gerekçesiyle tepki göstermişti. Çağdaş Gazeteciler Derneği, raporun hedef gösterdiği belirtilerek, “SETA’nın fişleme belgesi tarihimizde kara lekelerden biri olarak anılacaktır” derken, DİSK Basın-İş, “SETA tarafından hazırlanan ‘raporda’ adı geçen tek bir meslektaşımızın başına gelecek olumsuzluktani raporu hazırlayan, talimat veren ve yayınan sunanlar sorumludur” ifadelerine yer vermişti. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün sosyal medya hesabında da “Bu raporu hazırlayanlar hedef gösterdikleri meslektaşlarımıza yönelik her türlü saldırıdan sorumlu olduklarını unutmamalıdır. Raporda fişlenen/hedef gösterilen tüm meslektaşlarımızın yanındayız…” görüşüne yer vermişti.

Raporu hazırlayan isimlerden SETA’nın Toplum ve Medya Araştırmaları Direktörü İsmail Çağlar, raporun “herkesin kolaylıkla ulaşabileceği açık kaynak ve verilere dayandığını” ve “bu verilerin adı geçen gazetecilerin Türkiye’de önemli kırılma noktalarında yaptıkları haberler, mesleki geçmişleri ve sosyal medya paylaşımları” olduğunu belirterek, “Gazetecilerin kişilikleri, gündelik hayatları vb. gibi çalışmamızın konusu olmayan hiçbir husus dikkate alınmamıştır” ifadesine yer vermişti.

DW Türkçe

İMAMOĞLU VE YAVAŞ’A SIKI MARKAJ MI GELİYOR?

Siyaset ve sosyal bilimci Dr. Yaşar Aydın Stuttgart kentinde katıldığı bir toplantıda Türkiye’deki seçim sonrası yaşanan sürecin çok yorucu olmasına rağmen bir kaos ile sonuçlanacağına inanmadığını söyledi.
Hamburg Protestan Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi Dr. Yaşar Aydın konuşmasında “Erdoğan fanatik bir siyasetçi değil ve son derece zeki. Sonuçları kabul edecek. Ancak iki büyükşehir belediyesi de hem hükümetin hem de basının sıkı denetimi altında olacaktır” dedi.

ATGB (Avrupa Türk Gazeteciler Birliği) ile ÇYDD Baden Württemberg (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Baden-Württemberg) işbirliğince Paul-Gerhardt-Gemeinde salonlarında düzenlenen “Türkiye AB İlişkilerinde Son Durum – Medyanın İlişkilerdeki Rolü” başlıklı toplantının konuğu olan Dr. Aydın Türkiye’deki yerel seçimleri, Avrupa’ya yansımalarını ve Türkiye ve AB ilişkilerini Türk ve Alman konuklar için değerlendirdi.

ATGB İkinci Başkanı Attila Azrak’ın moderasyonunu üstlendiği ve konuşmacıların soru yağmuruna tuttuğu Dr. Yaşar Aydın’ın anlattıklarından öne çıkan başlıklar şöyle:

“Türkiye’de güçler ayrılığı kalktı, yönetimde sistem değişikliğine gidildi. Tüm baskılara ve korku atmosferine rağmen 31 Mart seçimlerinde halk demokrasi talebini sandıkta ortaya koydu.

“AVRUPA’NIN İLGİSİ DÜŞÜK OLDU”

Türkiye’deki seçimlere Avrupa’nın ilgisi ise ne yazık ki düşük oldu. Bunda ‘Nasıl olsa bir şey değişmez’ yönündeki bakış açısı etkili oldu sanırım. Alman medyasının ise Türkiye’deki yerel seçimlere yönelik yaptığı habercilik çok dar kaynaklardan okura aktarıldı. Alman medyası Türk halkının nabzını tutan habercilik yapamadı.

“AKP GÜCÜNÜ AB İLE PAYLAŞMAK İSTEMEZ”

31 Mart seçimleri Türkiye’de hâlâ güçlü, aktif ve cesur bir kesim olduğunu Avrupalılara da göstermiş oldu. Öte yandan üyelik müzakereleri askıya alınmış olan ve bazı Avrupalı politikacılar tarafından iplerin tamamen koparılması istenen Türkiye’ye de şöyle bir dönüp bakalım. Birincisi, Türkiye artık eskisi gibi değil. Dünyada söz sahibi olmayı talep eden bir duruşu var. Büyük güçlerin siyasetini etkileyebilen, zaman zaman da onlara rağmen kararlar alıp uygulayabilen orta kuvvetteki bir ülke konumunda. Amerika’nın egemenliğinin zayıfladığı ve Türkiye ile baş edemediği dönemlere örnek gösterirsek biri 70’li yıllarda Kıbrıs Harekâtı, diğeri ise 2016 ve 2018’de Suriye’ye girilmesi. Ayrıca AKP iktidarı AB’nin buyruklarına ve kararlarına boyun eğmeyeceği bir noktada. AB üyeliği içerde AKP’nin gücünü azaltacaktır ki, bunu Erdoğan istemez. Söz sahibi olmak ister.

“TÜRKİYE RUSYA YAKINLAŞMASI BİR TAKTİK”

Avrupa Birliği’ni ben bir barış projesi olarak görüyorum. Eskiden birbirine düşman olan Almanya ve Fransa bugün Avrupa Parlamentosu’nda birlikte karar veriyor. Türkiye’nin ise NATO’dan çıkmayacağı düşüncesindeyim. Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması bir taktik. NATO’dan çıkan bir Türkiye Rusya için cazip olmayacaktır. Oyuncağı haline gelecektir ve Türkiye bunu çok iyi biliyor.

“SÜREÇTE TÜRKİYE KENDİ DURUMUNU ZORA SOKTU”

AB, Türkiye ile ilişkileri dondurabilir ancak ilişki toptan koparılmamalı. Avrupa’nın 1963 yılından bu yana Türkiye’yi kapının önünde oyaladığı iddialarını dillendirirken şu noktaları da es geçmemek gerekiyor. Türkiye’de o tarihten bu yana tam iki buçuk askeri darbe oldu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit AET’yi istemediğini açıkladı. Bu arada basın ve ifade özgürlüğü ihlalleri, insan haklarına saldırılar ve demokrasiye vurulan darbe de Türkiye’nin AB karşısında zayıflamasına yol açtı. İmtiyazlı ortaklık ise çok gereksiz bir adım olacaktır. Türkiye zaten Gümrük Birliği’nde. Ayrıca Türkiye bugüne kadar Almanya’nın avantajlı olduğu asimetrik bir ilişki içindeydi. Bugün ise mülteci anlaşması ile elini güçlendirdi.

MUHALEFETİ DE ELEŞTİRDİ

Açıkçası muhalefete de eleştiride bulunmak gerekiyor. CHP referandumda kendi seçmenini bloke eden bir davranış içine girdi. HDP ise yıllar önce çok önemli taktiksel bir hata yaptı. HDP’nin o dönemdeki lideri Selahattin Demirtaş seçimlerde “Sizin asla başkan olmanıza izin vermeyeceğiz” dedi.

“SONUÇLARI KABUL ETMEZSE…”

Bakın hâlâ Avrupa Konseyi gözlemcilerini geri çekmedi. AKP şu anda taktiksel davranıyor ve zaman kazanmak istiyor. Erdoğan seçim sonuçlarını kabul etmezse ekonomide çok ciddi bir sarsıntı da meydana gelebilir. Erdoğan’ın fanatik bir siyasetçi olmadığına inanıyorum. Ama gücü elinde bulundurmayı seviyor. Bununla birlikte zeki bir politikacı olduğunu düşünüyorum ve sonuçları kabul edeceğini tahmin ediyorum. Seçim sonrası Türkiye’de yaşanan süreç çok yorucu ve Avrupa’dan da endişe ile izleniyor. Hukuki açıdan uygun olabilir ama politik açıdan ne yazık ki kesinlikle doğru değil. Zaman kazanmak istiyorlar ve uzun yıllardan bu yana ellerinde tutukları güce ortak istemiyorlar. Ancak yine de sonuçları kabul edecekler. Bir kaos yaşanacağına ise inanmıyorum. Diğer taraftan medyayı kontrolü altında tutan Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a da başkanlığına sıkı markaj uygulayacağını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Türkiye bu kutuplaşmadan bir an önce kurtulmalı. CHP ise rövanş alma hatasına düşmemeli. AKP 2008 sonrası rövanş almaya kalkarak büyük hata yaptı.”

HALKWEB – STUTTGART

Dr. Yaşar Aydın ile Türkiye-AB ilişkilerinde son duruma büyüteç

Siyaset ve sosyal bilimci, Hamburg Protestan Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi Dr. Yaşar Aydın, ATGB (Avrupa Türk Gazeteciler Birliği) ile ÇYDD Baden Württemberg (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Baden Württemberg) işbirliğince düzenlenen
“TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİNDE SON DURUM – Medyanın ilişkilerdeki rolü” başlıklı toplantının konuğu olacak.


ATGB II. Başkanı Atilla Azrak’ın moderasyonunu üstlendiği toplantı 5 Nisan 2019 Cuma akşamı 19.00’da başlayacak.
Rosenbergstraße 192 70193 Stuttgart adresindeki Paul-Gerhardt-Kirchengemeinde Stuttgart salonlarında gerçekleşecek toplantı hakkında ayrıntılı bilgi 0172 894 1881 ve 0179 1748136 numaralı telefonlardan alınabilir.

Stuttgart – atgb-press.eu

Almanya’dan basın kartları için Türkiye’ye çağrı

Federal Hükümet, Türk hükümetine ülkede çalışan yabancı gazetecilerin işini yapmalarının engellenmemesi çağrısında bulundu. Aralarında Almanların da olduğu birçok yabancı gazetecinin akreditasyonu henüz uzatılmadı.

Alman hükümeti, Türkiye’ye çağrı yaparak ülkedeki uluslararası basın mensuplarının çalışmalarının engellenmemesini talep etti. Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, Türkiye’deki bir grup Alman ve Avrupalı gazetecinin şu anda süresi dolan akreditasyonlarının uzatılmasını beklediklerini söylerken, Dışişleri Bakanlığından bir sözcü de, gelişmeleri “artan bir endişe ile” takip ettiklerini belirtti.

Basın özgürlüğünün “yüksek bir değer” olduğunu vurgulayan Seibert, gazeteciler için işlerini özgürce yapabilmenin şart olduğunu kaydetti. Sözcü, Federal Hükümet’in Türk hükümetiyle temasa geçerek Alman gazeteciler için bunun mümkün kılınmasına çaba sarf ettiğini açıkladı.

Alman hükümeti kaç Alman gazetecinin akreditasyonunun uzatılmasını beklediği konusunda bir bilgi vermedi. Süddeutsche Zeitung gazetesinin verdiği bir habere göre, Perşembe günü İstanbul’da yapılan AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’na bazı Alman gazeteciler alınmadı. Gazetenin haberine göre, yeni basın kartını alamadığı için toplantıya giremeyen gazeteciler arasında Süddeutsche Zeitung, Alman İkinci Televizyonu ZDF, Tagesspiegel gazetesi ve ARD Radyo’nun muhabirleri de bulunuyor.

AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’na alınmayan yabancı gazeteciler, toplantıyı buluşmanın gerçekleştiği Dolmabahçe Sarayı’ndaki bir televizyondan takip etmek zorunda kalmıştı.

Eleştirel gazetecilik, başvurunun reddine neden olamaz”

Ankara’nın onayıyla yıllık olarak dağıtılan basın kartları, yabancı basın mensuplarının Türkiye’de çalışabilmesi için resmi izin niteliği taşımanın yanı sıra Türkiye’de oturma izni için de ön koşullar arasında sayılıyor.

Federal Hükümet’in etkinliklerine veya Federal Meclis’e girerken gereken akreditasyonu alabilmek için Federal Basın Bürosu’na başvuran kişinin bir güvenlik kontrolünden geçtiğini ve gerçekten bir gazeteci olup olmadığının denetlendiğini kaydeden Alman hükümeti sözcüsü Seibert, hazırlanan röportajların içeriğinin belirleyici kriter olmadığını, eleştirel haberciliğin de, başvurunun reddine gerekçe olamayacağını vurguladı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü de, basın kartlarının verilmesinde yaşanan gecikmenin arkasında idari nedenlerin dışında gerekçeler olduğu takdirde, bunun “düşündürücü” olacağını belirtti.

epd/AÜ,ÖA

© Deutsche Welle Türkçe

Deniz Yücel: Bir gün yeniden Türkiye’de haber yapmak istiyorum

Türkiye’de bir yıl boyunca tutuklu kalan gazeteci Yücel, Die Welt’teki yazısında kendisine destek verenlere teşekkür etti. Gazeteci, yaşadıklarını anlattığı kitabını bitirdikten sonra mesleğine döneceğini belirtti.

Bir yıl önce Türkiye’de serbest bırakılan gazeteci Deniz Yücel, tutuklanışının yıl dönümünde Die Welt gazetesi için bir yazı kaleme aldı. Okuyucularına göstermiş oldukları destek için tekrar teşekkür eden Yücel, mektupta serbest bırakılmasından bu yana neler yaptığına da yer verdi.

Serbest bırakılmasının ardından yaşadıklarını anlattığı kitabı üzerinde çalıştığını belirten Yücel,  “böylece hayatımın bu evresiyle vedalaşmak istiyorum” dedi.

Kitabı tamamladıktan sonra gazeteci olarak tekrar haber yapmaya devam etmek istediğini dile getiren Yücel “belki dünyanın başka bir yerinden belki de, serbest bırakılışımın, temel hak ihlalleri konusunda bir iyileşme işareti olmadığı Türkiye’den” ifadesini kullandı.

Serbest bırakıldıktan sonraki aylarda ağır hasta olan babasının yanında geçirdiğini paylaşan Yücel “kolay olmadı ama en azından yanındaydım. Tutsaklığımın birkaç ay daha uzun sürmesi durumunda yaşanabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum” dedi.

Hakkında “terör örgütü propagandası” yapmak ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarından açılan dava devam eden Deniz Yücel, 14 Şubat 2017’den, 16 Şubat 2018’e kadar Silivri cezaevinde kalmıştı.

16 Şubat’ta tahliyesine karar verilen Yücel, hakkında yurt dışına çıkış yasağı olmaması nedeniyle Türkiye’den ayrlmıştı. Yücel’in hakkında iddianame hazırlanmadan aylarca tutuklu kalması uluslararası tepkilere ve Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin gerilmesine yol açmıştı. Yücel’in İstanbul’da yargılandığı davanın bir sonraki duruşması 11 Nisan’da.

DW,dpa/MY,GA

© Deutsche Welle Türkçe

Türk hükümeti Alman gazetecilere basın kartı vermeyi reddetti

Alman İkinci Televizyonu ZDF’in İstanbul bürosu şefi ve Tagesspiegel gazetesinin muhabiri artık Türkiye’de çalışamayacak. Basın mensuplarının akreditasyonlarının uzatılmama sebebi henüz bilinmiyor.

Bir süredir ülkede çalışan bir grup uluslararası basın mensubunun süresi dolan akreditasyonunu uzatmadığı için eleştirilere hedef olan Türk hükümetinin, iki Alman gazeteciye basın kartı vermeyi reddettiği öğrenildi. Alman İkinci Televizyonu ZDF’in İstanbul bürosu şefi Jörg Brase ve Tagesspiegel gazetesinin Türkiye muhabirlerinden Thomas Seibert’in 2019 yılı için yaptıkları basın kartı başvurusunun kabul edilmediği bildirildi. Ret kararının gerekçesi henüz bilinmiyor. Gazetecilere gelen mailde sadece 2019 yılı için basın kartının uzatılması talebiyle yaptıkları başvurunun kabul edilmediği belirtiliyor. ZDF Genel Yayın Yönetmen Vekili Bettina Schausten kararı değerlendirirken “sadece üzücü değil, aynı zamanda kesinlikle anlaşılmaz” ifadesini kullandı. Türkiye’nin bu adımıyla ZDF’in ülkeden haber geçmesini imkansız kıldığını belirten Schausten, “ZDF karara itiraz edecek, umarız Türk yetkililer kararlarını tekrar gözden geçirir.” dedi. Schausten, Alman Dışişleri Bakanlığı ile yakın temasta olduklarını aktardı. 57 yaşındaki Jörg Brase, Ocak 2018’den bu yana ZDF’in İstanbul bürosunun şefliğini üstleniyor.

22 yıldır aralıksız İstanbul’dan haber geçiyor

Thomas Seibert ise 1997 yılından bu yana aralıksız olarak, Tagesspiegel gazetesinin Türkiye’deki iki muhabirinden biri. Gazetenin diğer muhabiri, aynı şekilde 22 yıldır aralıksız olarak Türkiye’den haber geçen Susanne Güsten’in de hâlâ basın kartının uzatılması için yaptığı başvuruya cevap beklediği bildiriliyor.

Ankara’nın onayıyla yıllık olarak dağıtılan basın kartları, yabancı basın mensuplarının Türkiye’de çalışabilmesi için resmi izin niteliği taşımanın yanı sıra Türkiye’de oturma izni için de ön koşullar arasında sayılıyor. Ancak Türkiye’de görev yapan yabancı gazetecilerin yanı sıra Alman basın mensuplarının neredeyse yarısının basın kartları, sürelerinin dolmasının üzerinden iki ay geçmesine rağmen yenilenmedi.

Alman hükümeti ve Sınır Tanımayan Gazeteciler’den çağrı

Son olarak bazı Alman gazeteciler yeni basın kartını alamadığı için, Perşembe günü İstanbul’da yapılan AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’na alınmamış, bugün Alman hükümeti, Türkiye’ye çağrı yaparak ülkedeki uluslararası basın mensuplarının çalışmalarının engellenmemesini talep etmişti. Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, Türkiye’deki bir grup Alman ve Avrupalı gazetecinin şu anda süresi dolan akreditasyonlarının uzatılmasını beklediklerini söylerken, Dışişleri Bakanlığından bir sözcü de, gelişmeleri “artan bir endişe ile” takip ettiklerini belirtmişti.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü de, Türk hükümetine ülkedeki uluslararası basın mensuplarının işlerini engellememe ve süresi dolan akreditasyonları uzatma çağrısı yapmıştı. RSF’ten yapılan açıklamada, gazetecilerin görevini yapmasının engellendiği ve bunun “bağımsız yabancı kaynakların haber yapmasını sınırlandırmak amacıyla” yapıldığı öne sürülmüştü.

dpa, DW/AÜ,ÖA

© Deutsche Welle Türkçe

Çalışan Gazeteciler Günü | Türkiye en çok tutuklu gazetecinin bulunduğu ülke

Uluslararası Basın Enstitüsü, Çalışan Gazeteciler Günü vesilesiyle yaptığı açıklamada, ‘En çok tutuklu gazetecinin bulunduğu Türkiye’de tutuklu yargılanan gazetecilerin serbest bırakılması talebimizi yineliyoruz” dedi.

Yüzü aşkın gazetecinin cezaevinde tutulduğu, binlercesinin işsiz bırakıldığı Türkiye’de bugün Çalışan Gazeteciler Günü.

Bağımsız gazeteci, editör ve medya yöneticilerinin bir araya gelerek kurduğu Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Çalışan Gazeteciler Günü vesilesiyle Ankara yönetimine yönelttiği tutuklu yargılanan gazetecilerin cezaevinden çıkarılması yönündeki talebini bir kez daha dile getirdi.

IPI, AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 9 Ocak’ta yayımladığı mesajda yer alan “Reformlarımızla basın daha demokratik ve özgürlükçü” sözlerine verilerle yanıt verdi.

En çok tutuklu gazetecinin bulunduğu ülkenin Türkiye olduğunu belirten IPI’n derlediği veriler şu şekilde:

  • En az 157 gazeteci tutuklu.
  • Tutuklu gazetecilerden 127’si 15 Temmuz darbe girişimini takip eden süreçte tutuklandı. Rakamlara göre darbe girişiminden önce yaklaşık 30 gazeteci cezaevinde bulunuyordu.
  • Son 30 ayda en az en az 211 gazeteci ve medya yöneticisi gözaltına alındı, tutuklandı veya cezai kovuşturmaya tabi tutuldu.
  • Bu rakam üzerinden 84 gazeteci serbest bırakılırken, 52 gazeteci cezaya çarptırıldı, 75’i ise hala tutuklu yargılanıyor.
  • Son 2.5 yılda çoğu ‘iftira’, ‘hakaret’ veya ‘örgüt üyeliği’ ve ‘örgüt propagandası’ suçlamalarından olmak üzere gazeteciler toplamda 492 yıl, 11 ay, 8 günlük cezaya çarptırıldı ve “Anayasa’yı ihlal etme” suçundan 5 ağırlaştırılmış müebbet hapis verildi.
  • İki yıl süren Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) alarında gazete, dergi, radyo kanalları ve. matbaalar olmak üzere toplamda 166 medya kuruluşu kapatıldı.

‘Gazeteciler serbest bırakılsın’ çağrısı

Çalışan Gazeteciler Günü’ne ilişkin açıklama yapan Türkiye Savunu Koordinatörü Caroline Stockford, “Çoğunluğu gazetecilik faaliyetlerinden ötürü tutuklanan 157 gazeteci hapiste bulunuyorken, hükümetin ülkede basın özgürlüğü üzerine sorun olmadığı yönündeki açıklamaları gerçeklerden çok uzakta” sözlerini kaydetti.

Stockford, açıklamasında, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanından, eleştirel görüşlerin ve çoksesliliğin var olabildiği bir basın ortamını yüreklendirecek bir tutum sergilemesini ve tutuklu yargılanan gazetecilerin serbest bırakılmasının temin edilmesini talep ediyoruz” dedi.

TGS’den Sözcü açıklaması: Amaç kalan yüzde 5’i de kontrol etmek

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Gökhan Durmuş, SÖZCÜ gazetesi yazarları ve yöneticileri hakkında FETÖ yapılanmasına bilerek yardım etme suçundan açılan davanın amacını, “medyada muhalif olarak kalan yüzde 5’lik kesimi de kontrol altına almak” diye tanımladı.

Durmuş, Sözcü’nün Gülen yapılanması aleyhinde yaptığı haberlere karşın örgüt üyeliği ya da yardımla suçlanmasının “akıl dışı” olduğunu belirtti.

Durmuş, “AKP iktidarı son yıllarda kendine muhalif olan tüm kesimleri terör örgütü üyeliği ya da yardım suçlaması yaparak cezalandırıyor. Sözcü gazetesi FETÖ karşıtı yayınları ile ön plana çıkarken, bugün sahibi ve yazarlarının yardım etmekle suçlanması insan aklı ile dalga geçmek anlamına geliyor. Bu tarz suçlamalarla gazetelerin ve gazetecilerin kamuoyunda itibarları zedeleniyor, zayıflaması amaçlanıyor. Bugün Sözcü gazetesine ve yazarlarına yapılmak istenen de tam budur” ifadesini kullandı.
sözcü.com.tr