ATGB Berlin Temsilciliği dördüncü kez buluşuyor

ATGB Berlin Temsilciği’nin dördüncü toplantısı gazeteci Mesut Yeter’in Berlin ziyareti nedeniyle bugün 17 Eylül 2019 Salı günü, saat 18:30 – 21:00 arası TDU salonunda gerçekleştirilecek.
Toplantıda Mesut Yeter’in Berlin, Almanya, Avrupa ve Türkiye ile ilgili gazetecilik anıları ve tavsiyeleri aktarılacak.

ATGB Berlin Temsilcisi Ali Yıldırım’ın verdiği bilgiye göre buluşmada
kurumsallaşma çalışmaları, görev bölümü, göreve yeni gelen Başkonsolos ile tanışma toplantısı, Almanya’daki Türkçe ve eğitim seferberliği ile ilgili 19 Ekim 2019 tarihinde Frankfurt’taki toplantı, Türkiye’den büyük bir haber ajansının Berlin’de temsilci arayışı, etik komisyonu üyelerinin saptanması ve gündemdeki konular ele alınacak.

Aynı zamanda AYPA.TV’nin de yayıncısı olan Ali Yıldırım
ATGB Berlin Temsilciliği’nin toplantılarının her ayın ikinci pazartesi günü TDU’da yapılacağını bu çerçevede 5. toplantının 14 Ekim 2019 pazartesi günü saat 18:30-21:00 arası, gerçekleşeceğini bildirdi.

Berlin – ATGB-press.eu

Çağdaş Gökbel ATGB İrlanda Temsilciliği’ne atandı

İstanbul Arel Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunu Çağdaş Gökbel  Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) İrlanda Temsilciliği’ne atandı.

Bugüne dek Türkiye’de ABC, Ohaber, Halkweb, 16Punto.com ve Toplumsal gazetelerinde haber, röportaj ve analizleri yayınlanan Çağdaş Gökbel ATGB İrlanda Temsilcisi olarak ülkede Türkiye kökenli gazetecilerin örgütlenmelerini sağlamak, mesleki sorunlarına çözüm yolları aramanın yanı sıra Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü ihlalleri dolayısıyla Avrupa’ya yerleşen ya da yerleşmek isteyen meslektaşlara destek ve dayanışmayı da hedeflediklerini dile getirdi. 

ATGB İrlanda Temsilcisi Çağdaş Gökbel ülkedeki temsilcilikle ilgili hedeflerini şöyle dile getirdi:

“İrlanda’da çalışan Türk gazetecilerin örgütlenmesi ve bir dayanışma ağının oluşturulması öncelikli hedeflerinden birisidir. Türkiye’de çalışan gazetecilerin yaşadıkları zorlukların İrlanda kamuoyuna duyurulmasında önemli bir misyon üstlenmektedir. İrlanda ATGB temsilciliğinin hedeflerini şöyle sıralayabiliriz:

MESLEKİ DAYANIŞMA VE MESLEK ÖRGÜTLERİYLE İŞBİRLİĞİ

İrlanda’da yaşayan Türk gazetecilerin sahada ve iş yerinde yaşadıkları sorunlara yoğunlaşmak ve bu sorunlar hakkında çözüm geliştirmek.

Giderek daha fazla bürokratik bir kuruma dönüşen ve bu yüzden de atıl duruma gelen sendika ve meslek kuruluşlarının yanında güçlü bir alternatif olabilmek.

Türkiye’deki siyasi durumdan ötürü tehdit ve baskı altında olan ve İrlanda’ya göç etmek durumunda kalıp, temsilciliğimize başvuran ve gazeteciliğini belgeleriyle ispat eden Türk gazetecilere destek sunmak. 

Türkiye’deki gazetecilerin yaşadıkları sorunları (sansür, politik baskı ve tehdit, güvencesiz ve ücretsiz çalıştırma vb.) İrlanda kamuoyuna duyurmak ve gerek görüldüğü takdirde basın açıklaması ile bunları deklare etmek.

İşsiz kalan, dil yeterliliği ve niteliği olan ATGB üyelerini çalışabilecekleri mecralara yönlendirmek.

ATGB yönetim kurulunun Avrupa genelinde alacağı eylem kararlarına destek olmak ve kamuoyunu bilgilendirmek.

İrlanda’da oluşabilecek acil durumlarda ATGB yönetimini ivedi bir biçimde bilgilendirmek ve Avrupa’da gazetecilerle ilgili olarak yaşanabilecek bir olumsuzluk karşısında hızlı bir biçimde enformasyon akışını sağlayabilmek.

ATGB İrlanda Temsilciliği olarak sıralanan tüm bu maddeleri kendimize hedef olarak belirledik.  Zaman içerisinde tüm bu hedeflerin eksiksiz bir biçimde işletilebilmesini taahhüt ediyoruz.” 

ÇAĞDAŞ GÖKBEL HAKKINDA

İstanbul Arel Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden 2015 yılında mezun oldu. Profesyonel gazeteciliğe 2015 yılında ABC gazetesindeki röportajlarıyla başladı. Sırasıyla: Ohaber, Halkweb, 16Punto.com ve Toplumsal gazetelerinde çalıştı. İletişim Bilimleri ve Kültür alanı gibi konularda yoğunlaşmaktadır. Lisansüstü eğitimini de bu alanda Süleyman Demirel Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Şimdiye dek, bir uluslararası ve bir de yerel iki akademik makale kaleme almıştır. Bu çalışmalar popüler kültür ve algı yönetimi üzerinedir. Bilimsel çalışmalarına yurtdışında İrlanda’da devam etmektedir.

Dublin – atgb-press.eu

GAZETECİLERİN KORUNMA TALEBİNİ TGD EŞBAŞKANI DEĞERLENDİRDİ: “MEDYA KENDİ AYAĞINA SIKTI”

Almanya’da gazeteciler son yıllarda artarak neonazilerin hedefinde olmaya devam ediyor. TGD Eşbaşkanı Atila Karabörklü, Alman medyasındaki genel havayı Halkweb’e değerlendirdi.

Ağustos 29, 2019

Irkçıların 25 bin kişilik ölüm listesinde yer alan basın çalışanları Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer’dan korunma talebinde bulundular. Basın örgütleri Bakan Seehofer’e yazdıkları ve “Özgür basın demokrasimizin temel sütunlarından biridir” başlıklı açık mektupta aşırı sağcıların gazetecilere yönelik artan ağır tehditleri hakkında harekete geçilmesini istediler.

Alman Gazeteciler Sendikası (DJV), Birleşik Hizmetliler Sendikası verdi bünyesindeki Alman Gazeteciler Birliği (DJU) ve Yeni Alman Medya Yapıcılar adlı örgütler Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partili Bakan Seehofer’e gönderdikleri mektupta, söz konusu listede yer alan kişi ve kuruluşların bilgilendirilmesini ve listedeki gazetecilerin güvenliğinin sağlanması için gereken tüm önlemlerin alınmasını talep ettiler. Mektupta, devletin bireylerin hayatını korumakla yükümlü olduğu da vurgulandı.

Almanya Türk Toplumu (TGD) Eş Başkanı Atila Karabörklü

Bir hukuk devleti ve demokrasi ülkesi olan 21’inci yüzyıl Almanya’sında basın emekçilerinin nazilerden bakana sığınıp korunma istemesinin ne anlama geldiğini Almanya Türk Toplumu (TGD) Eş Başkanı Atila Karabörklü’ye sorduk. “Göçmenler ve mültecilere yönelik nefret ve korkuyu sayfalarca, defalarca taşıyan ve halkı kışkırtan medya bindiği dalı kesti. Şimdi kendisi hedefe oturdu” diyen TGD Eşbaşkanı Atila Karabörklü’nün çarpıcı değerlendirmeleri şöyle:

“ALMANYA’DA BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE ÇOK AĞIR SALDIRI VAR”

Son 4 yıldan bu yana yaşananlara bakarsak özellikle göç ve mülteci akını ile ırkçılığın çok daha tehditkar boyutlara taşındığını söyleyebiliriz.

Almanya’da ırkçı tehdit hep vardı. Ancak marjinal yapı olarak değerlendiriliyordu. Toplumun genelini etkilemediği konuşuluyordu. Ancak bu gizli kapaklı ve üstü sürekli örtülen konu siyasal ve toplumsal bazda görünür hale geldi. Irkçı yeraltı örgütü NSU cinayetleri ve ilgili dava ile konu gündemin tepesine taşındı. Bu örgütün uzun yıllar istihbarat ve emniyet birimleri ile ilgisi tartışılmıştı. Dava soru işaretleri ile birlikte karanlığa gömüldü. Devletin çıkarları ileri sürülerek bazı çok önemli belgelere erişim engellendi.

Son yıllardaki gelişmeler ise korkutucu boyutta. Irkçılığın toplumun geneline nasıl yayıldığını ise herkes ayan beyan görüyor. Ayrıca politik açıdan da güç kazanması ve Alman siyasi sahnesinde aşırı sağcı AfD gibi bir parti ile güçlü aktörler arasında yer almayı başardılar.

Şimdi de siyasetteki aşırı sağcıların gazetecileri susturmaya yönelik hamlelerine tanık oluyoruz.

Emniyet ve ordu mensuplarının da yer aldığı neonazi örgüt Nordkreuz’un 25 bin kişilik ölüm açık toplum ilkelerini, demokrasiyi, hukuk devletini savunan, neonazilere tavır ve mesafe koyan gazeteciler var. Sadece yer altında değil artık yer üstünde de AfD gibi legal yapıları olan düzen karşıtı yapılanmaları var. Basına baskı uygulamaya çalışıyorlar. Almanya’da basın ve ifade özgürlüğüne yönelik ağır tehdit ve saldırılar var.

LİSTEDEKİ GAZETECİLER NEDEN KORUNMUYOR?

Peki listede 25 bin kişinin ismi varsa neden o kişilere bilgi verilmiyor? Korunmuyor? Konu sadece basın özgürlüğü ile ilgili değil haber yapan gazetecilerin hayatları tehdit altında.

Almanya’da yabancı düşmanlığı, ırkçılık artık açıktan ifade edilir duruma geldi. Toplumsal hassasiyetler aşılmış durumda. Bu konuda medyanın da sorumluluğu var, basının da büyük hatası var. Almanya’da medya uzun süre göçmenlere ve mültecilere karşı yarattığı algı ile toplumun korkularını ve nefretini körükledi. Mültecileri, Suriyelileri hedef alan habercilikle ırkçılığı tırmandırdı. Yabancılara karşı kışkırtmaları körükleyen yayın politikaları ile basın kendi ayağına sıktı. Irkçılar politik faaliyetlere girerek bu kez ırkçılık karşıtı gazetecilere, basına karşı savaş açtılar.

“ALMANYA KİMLİK SORUNU YAŞIYOR”

Evet, Almanya bir ayrışma, kutuplaşma yaşıyor. Oryantasyon sorunu yaşıyor. Hoşgörü, eşitlik kavramları toplumun belli bir kesiminde erozyona uğruyor ve kimlikçilik ne yazık ki öne çıkıyor. Radikalleşme artıyor.

Doğu Almanya’da bir göçmen kökenli olarak kaygısızca dolaşmanız artık mümkün değil. Güvenlik problemi var.

Almanya’nın doğusundaki Saksonya ve Brandenburg eyaletlerinde 1 Eylül 2019, Thüringen eyaletinde 27 Ekim 2019 tarihlerinde eyalet parlamentosu seçimleri var.

Saksonya’da 2014 seçimlerinde Hıristiyan demokrat CDU yüzde 40’a yakın oy almıştı, sosyal demokrat SPD yüzde 12,4, Sol Parti de yüzde 18,9 almıştı. Son anketlere göre CDU’nun oyları yüzde 30’a düşmüş, sağ popülist AfD ise yüzde 25’e yükselmiş. SPD eriyerek yüzde 9’a, Sol Parti yüzde 14’e inmiş.

“DOĞU EYALETLERİNDEKİ SEÇİMLERDEN AfD GÜÇLENEREK ÇIKACAK“

Doğu eyaletlerinde neredeyse yok denecek sayıda göçmen yaşamasına rağmen aşırı sağcı bir partinin yükselmesi ile ile karşı karşıyayız. Göçmenlerle temasları bile yok. Peki nasıl oluyor da yabancı düşmanlığı tırmanıyor derseniz eğer, yanıtı çok basit: Doğu Almanya doğu blokunun bir parçasıydı. Gelir dağılımında ciddi bir uçurum yoktu. Eşit şekilde bir yaşam sürdürüyorlardı. 1989’da her iki Almanya birleşince Doğu Almanya’daki yapı yerle bir oldu, neoliberal, kapitalist boyutlu, tüketime dayalı bir yapı hâkim oldu. ‘Güçlü olan kazanır’ mantığı ile karşı karşıya kaldılar. Hayalleri yıkıldı ve faturayı göçmenlere yüklemeye başladılar. Göç dalgası ve mülteci akını bu korkularını daha da keskinleştirdi. Gençler işsiz, boşanmalar artmış vaziyette, İslam tehdidi son yıllarda ön plana çıkarıldı, mültecilerin işlediği suçlar öne çıkarıldı ve algı oluşturuldu.

Her şey üst üste bindiğinde nefret tohumları iyice ekildikten sonra özellikle bölgede, doğu eyaletlerinde, kimlik sorunu ve kaygılar baş gösterdi. Korkuyu kullanan bilinçli bir şekilde kanalize etmek üzere aşırı sağcı parti AfD de sahneye çıktı. Son dört yıldan bu yana aşırı sağcı bir yapıyla, çok boyutlu sorunları teke indirgeyen bir ideolojik yapı ile karşı karşıyayız. Almanya’daki demokrasi için, özellikle de göçmenler için çok önemli bir handikap. Saksonya’da da, Brandenburg’da da, Thüringen’de de güçlenecektir. AfD’nin büyük güç kazanması açıkçası çok endişe verici.

Neonazi örgüt “Nordkreuz“ (Kuzey Yıldızı / Haçı ) tarafından hazırlanan 25 bin kişilik ölüm listesi birkaç önce Wiesbaden’deki bir davanın da konusu olmuştu.

“IRKÇILARI SEEHOFER’İN SÖYLEMLERİ DE CESARETLENDİRDİ“

Almanya Türk Toplumu adına Sayın Bakan Seehofer’a şunu söylemek isterim: “Aşırı sağa uzun süreden bu yana göz yumuldu. Gereken tedbirler gerektiği şekilde ele alınmadı. Ayrıca Seehofer’ın bizzat kendi söylemlerinin de ırkçılığın körüklenmesinde etkisi var. 25 bin kişilik ölüm listesi ile ilgili açık ve net tavır koyamaması çok endişe verici. Bu kaygısız tutumu ne yazık ki Almanya aleyhine gelişen olayların önünü de açmaktadır. Daha tehlikeli boyutları önlemek için aşırı sağın önünü acilen kesmek gerekiyor. İçişleri Bakanlığı acilen önemli bakanlıklarla işbirliği ile eylem ve mücadele planı geliştirmelidir.”

Neonazi örgüt “Nordkreuz“ (Kuzey Yıldızı / Haçı ) tarafından hazırlanan 25 bin kişilik ölüm listesi birkaç önce Wiesbaden’deki bir davanın da konusu olmuştu.

Alman gazeteci Arne Semsrott, Federal Kriminal Dairesi‘ne (BKA) karşı bir dava açmıştı ancak ırkçı “Nordkreuz” örgütünün 25 bin kişilik ölüm ismin listesini ise yayınlamamayı taahhüt etmişti. Söz konusu dava karşılıklı anlaşma ile sona erdi. Wiesbaden Mahkemesi’nden bir sözcüye göre, davada anlaşma sağlanmasında federal soruşturma konusu olması önemli rol oynadı.

IŞIN TOYMAZ – FRANKFURT

kaynak: halkweb.eu

Das neue Angriffs-Ziel Erdoğans: ausländische Medien

Nachdem die türkische Regierung nahezu alle inländischen Medien gleichschalten konnte, fehlt es ihr nun an einem Feind in den Medien. Die meisten echten Journalisten sitzen heute entweder im Gefängnis oder sind arbeitslos. Aus fast allen Kanälen, Zeitungen und Kolumnen schallt das Lob auf die Regierung Erdoğans. Die Herrschenden in der Türkei suchen deswegen ein neues Hassobjekt, um das Volk einzuschüchtern. Sie fanden den Feind in den ausländischen Medien. Die Regierung Erdoğans nahm sich die „verlängerten Arme der internationalen Medienorganisationen in der Türkei“ zum Ziel.

Die regierungsnahe SETA Stiftung erstellte einen Bericht  in dem Informationen über Nachrichten bis hin zu den Tweets gesammelt werden, die Türkeikorrespondenten von Medien wie BBC, Sputnik, Deutsche Welle, Voice of America oder Euronews veröffentlichen. Mit diesem Bericht versucht SETA zu beweisen, was diese „fünfte Kolonne“ gegen die Türkei im Schilde führt.

Wer allerdings das SETA-Papier liest, versteht schnell, dass nicht die Türkei, sondern die Journalisten in Gefahr sind, die in der Türkei für die genannten Medien arbeiten. Denn „der große Bruder“ zählt in seinem Bericht die Namen der einzelnen Journalisten als Ziel auf. Er beschreibt, welchen Meldungen sie größeren Raum gaben, welche sie angeblich nicht beachteten, wen sie interviewten und wen nicht.

Ich habe den 196 Seiten langen Bericht gelesen. Hier gebe ich Ihnen einige Beispiele was für SETA offenbar wichtig ist:

Zum Beispiel wird dem türkischen Dienst der Deutschen Welle vorgeworfen, Nachrichten beim Putschversuch unkommentiert weitergeleitet zu haben.

Das Vergehen der Voice of America ist es angeblich, während des Putschversuches nicht vorbehaltlos die türkische Regierung unterstützt zu haben.

BBC-Turkey hingegen wird kritisiert, weil sie „während des Putschversuches keine Sprache der Missbilligung verwendete und keine zur Einheit aufrufenden Botschaften sendete“. Sie haben sich nicht verhört; BBC wird kritisiert, „weil (der Sender) keine Botschaft der Einheit und Solidarität für die Türkei vermittelt hat“.

Der wahre Hintergrund des Ganzen ist, dass viele talentierte Journalisten, die aufgrund des Drucks seitens der Regierung aus den türkischen Medien entlassen worden sind, nun in den ausländischen Häusern einen Platz finden konnten. Die Regierung Erdoğans versucht ihre in den weltweiten Medien immer lauter werdende Kritik stumm zu schalten, indem sie sowohl die Journalisten als auch die ausländischen Medienorganisationen zu Zielscheiben macht, die ihnen die Möglichkeit geben, zu veröffentlichen.

Es gibt keinen besseren Weg, die Kritik an der türkischen Herrschaft zu legitimieren.

Der Diktator Nord-Koreas zieht wahrscheinlich seinen Hut.

Can Dündar

TGS’den SETA hakkında savcılığa suç duyurusu

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) SETA hakkında DW Türkçe’nin de aralarında bulunduğu bazı uluslararası medya kuruluşlarıyla ilgili raporu nedeniyle suç duyurusunda bulundu.

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) hakkında İstanbul Nöbetçi Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. TGS dilekçede SETA’nın, İsmail Çağlar, Kevser Hülya Akdemir ve Seca Toker imzalı “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” raporuyla “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” ile “Kişisel verilerin kaydedilmesi” suçlarını işlediğini savundu.

TGS dilekçesinde söz konusu raporda uluslararası medya kuruluşlarının tarihine ilişkin genel bir bilgilendirme yapıldıktan sonra “Kritik Olaylardaki Tavır”, “15 Temmuz Darbe Girişimi”, “Terörle Mücadele/PKK-Hendek Terörü ve HDP’li vekillerin Tutuklanması”nın da aralarında bulunduğu farklı alt başlıklarda incelemelerde bulunduğunu hatırlattı. TGS “Bu incelemelerde medya kuruluşları tarafından yayımlanan bir takım haber, analiz, yorum ve röportajların yalnızca başlıkları çekilerek, hükümet karşıtı tutum sergileyip sergilemedikleri üzerinden değerlendirmelerde bulunulmuştur” ifadesine yer verdi.

Dilekçede, “Önemle belirtmek gerekir ki bu başlıkların hangi kritelerle ve metotlara göre belirlendiği meçhuldür. Oysa ‘rapor’ olarak sunulan belgede bu kriter ve metotların açıklanması bilimsel zorunluluktur” denildi. TGS suç duyurusunda, “Öz bir ifadeyle haberler bağlamından koparılarak cımbızlama usulü ile seçilmiştir. Bu cımbızlama seçimler ile ‘hükümet karşıtı söylemlerde bulunulduğu’, ‘algı yaratıldığı’ şeklinde ithamlarda bulunulmuştur. Öte yandan kişisel algı ve idelolojik bakış üzerinden yapılan analizler bilimsel gerçekmiş gibi savunulmuştur” ifadelerine yer verildi.

TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş adliye önünde yaptığı açıklamada, “Rapor dedikleri şeydeki suçlamalarla saygın medya kuruluşlarını ve işini layıkıyla yapan gazetecileri kriminalize etmek istediler. Ama başaramayacaklar. Gerçek haber bu topluma ulaşacak” dedi.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı raporunda, aralarında Deutsche Welle Türkçe’nin yanı sıra BBC Türkçe, Amerika’nın Sesi, Sputnik Türkiye, Euronews Türkiye, CRI Türk ve Independent Türkçe’nin kuruluş süreçleri incelenmiş, daha sonra “Türkiye için önemli kırılma noktası olduğu düşünülen çeşitli siyasi ve ekonomik olaylara verdikleri tepkiler” ve bu kurumlarda çıkan haberler derlenmişti.

Adı geçen basın kurumlarında çalışan bazı isimlerin “yabancı ve Türk muhabirler” başlıkları altında ayrı ayrı yer aldığı raporda, muhabirlerin öz geçmişlerinden, sosyal medya paylaşımlarından ve yaptıkları haberlerden yola çıkılarak dünya görüşlerine ilişkin yorumlar da yapılmıştı. Gazetecilerin Twitter hesaplarından alınan bazı ekran görüntülerinin örnek olarak sunulduğu raporda, bu kişilerin hangi siyasi şahıs ya da gruplara yakın durduklarına ilişkin yorumlar ve hatta kimleri retweetledikleri bilgisi de ortaya koyulmuştu.

Ayrıca gazetecilerin isimleri ve daha önce çalıştıkları ya da halihazırda bağlantılarının bulunduğunun öne sürüldüğü medya organlarına ilişkin şemalar da raporun bir diğer parçasını oluşturuyor.

Gazeteci örgütlerinden tepki

SETA’nın raporuna çok sayıda gazeteci örgütü gazeteciliği hedef aldığı ve fişleme amacı taşıdığı gerekçesiyle tepki göstermişti. Çağdaş Gazeteciler Derneği, raporun hedef gösterdiği belirtilerek, “SETA’nın fişleme belgesi tarihimizde kara lekelerden biri olarak anılacaktır” derken, DİSK Basın-İş, “SETA tarafından hazırlanan ‘raporda’ adı geçen tek bir meslektaşımızın başına gelecek olumsuzluktani raporu hazırlayan, talimat veren ve yayınan sunanlar sorumludur” ifadelerine yer vermişti. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün sosyal medya hesabında da “Bu raporu hazırlayanlar hedef gösterdikleri meslektaşlarımıza yönelik her türlü saldırıdan sorumlu olduklarını unutmamalıdır. Raporda fişlenen/hedef gösterilen tüm meslektaşlarımızın yanındayız…” görüşüne yer vermişti.

Raporu hazırlayan isimlerden SETA’nın Toplum ve Medya Araştırmaları Direktörü İsmail Çağlar, raporun “herkesin kolaylıkla ulaşabileceği açık kaynak ve verilere dayandığını” ve “bu verilerin adı geçen gazetecilerin Türkiye’de önemli kırılma noktalarında yaptıkları haberler, mesleki geçmişleri ve sosyal medya paylaşımları” olduğunu belirterek, “Gazetecilerin kişilikleri, gündelik hayatları vb. gibi çalışmamızın konusu olmayan hiçbir husus dikkate alınmamıştır” ifadesine yer vermişti.

DW Türkçe

İMAMOĞLU VE YAVAŞ’A SIKI MARKAJ MI GELİYOR?

Siyaset ve sosyal bilimci Dr. Yaşar Aydın Stuttgart kentinde katıldığı bir toplantıda Türkiye’deki seçim sonrası yaşanan sürecin çok yorucu olmasına rağmen bir kaos ile sonuçlanacağına inanmadığını söyledi.
Hamburg Protestan Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi Dr. Yaşar Aydın konuşmasında “Erdoğan fanatik bir siyasetçi değil ve son derece zeki. Sonuçları kabul edecek. Ancak iki büyükşehir belediyesi de hem hükümetin hem de basının sıkı denetimi altında olacaktır” dedi.

ATGB (Avrupa Türk Gazeteciler Birliği) ile ÇYDD Baden Württemberg (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Baden-Württemberg) işbirliğince Paul-Gerhardt-Gemeinde salonlarında düzenlenen “Türkiye AB İlişkilerinde Son Durum – Medyanın İlişkilerdeki Rolü” başlıklı toplantının konuğu olan Dr. Aydın Türkiye’deki yerel seçimleri, Avrupa’ya yansımalarını ve Türkiye ve AB ilişkilerini Türk ve Alman konuklar için değerlendirdi.

ATGB İkinci Başkanı Attila Azrak’ın moderasyonunu üstlendiği ve konuşmacıların soru yağmuruna tuttuğu Dr. Yaşar Aydın’ın anlattıklarından öne çıkan başlıklar şöyle:

“Türkiye’de güçler ayrılığı kalktı, yönetimde sistem değişikliğine gidildi. Tüm baskılara ve korku atmosferine rağmen 31 Mart seçimlerinde halk demokrasi talebini sandıkta ortaya koydu.

“AVRUPA’NIN İLGİSİ DÜŞÜK OLDU”

Türkiye’deki seçimlere Avrupa’nın ilgisi ise ne yazık ki düşük oldu. Bunda ‘Nasıl olsa bir şey değişmez’ yönündeki bakış açısı etkili oldu sanırım. Alman medyasının ise Türkiye’deki yerel seçimlere yönelik yaptığı habercilik çok dar kaynaklardan okura aktarıldı. Alman medyası Türk halkının nabzını tutan habercilik yapamadı.

“AKP GÜCÜNÜ AB İLE PAYLAŞMAK İSTEMEZ”

31 Mart seçimleri Türkiye’de hâlâ güçlü, aktif ve cesur bir kesim olduğunu Avrupalılara da göstermiş oldu. Öte yandan üyelik müzakereleri askıya alınmış olan ve bazı Avrupalı politikacılar tarafından iplerin tamamen koparılması istenen Türkiye’ye de şöyle bir dönüp bakalım. Birincisi, Türkiye artık eskisi gibi değil. Dünyada söz sahibi olmayı talep eden bir duruşu var. Büyük güçlerin siyasetini etkileyebilen, zaman zaman da onlara rağmen kararlar alıp uygulayabilen orta kuvvetteki bir ülke konumunda. Amerika’nın egemenliğinin zayıfladığı ve Türkiye ile baş edemediği dönemlere örnek gösterirsek biri 70’li yıllarda Kıbrıs Harekâtı, diğeri ise 2016 ve 2018’de Suriye’ye girilmesi. Ayrıca AKP iktidarı AB’nin buyruklarına ve kararlarına boyun eğmeyeceği bir noktada. AB üyeliği içerde AKP’nin gücünü azaltacaktır ki, bunu Erdoğan istemez. Söz sahibi olmak ister.

“TÜRKİYE RUSYA YAKINLAŞMASI BİR TAKTİK”

Avrupa Birliği’ni ben bir barış projesi olarak görüyorum. Eskiden birbirine düşman olan Almanya ve Fransa bugün Avrupa Parlamentosu’nda birlikte karar veriyor. Türkiye’nin ise NATO’dan çıkmayacağı düşüncesindeyim. Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması bir taktik. NATO’dan çıkan bir Türkiye Rusya için cazip olmayacaktır. Oyuncağı haline gelecektir ve Türkiye bunu çok iyi biliyor.

“SÜREÇTE TÜRKİYE KENDİ DURUMUNU ZORA SOKTU”

AB, Türkiye ile ilişkileri dondurabilir ancak ilişki toptan koparılmamalı. Avrupa’nın 1963 yılından bu yana Türkiye’yi kapının önünde oyaladığı iddialarını dillendirirken şu noktaları da es geçmemek gerekiyor. Türkiye’de o tarihten bu yana tam iki buçuk askeri darbe oldu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit AET’yi istemediğini açıkladı. Bu arada basın ve ifade özgürlüğü ihlalleri, insan haklarına saldırılar ve demokrasiye vurulan darbe de Türkiye’nin AB karşısında zayıflamasına yol açtı. İmtiyazlı ortaklık ise çok gereksiz bir adım olacaktır. Türkiye zaten Gümrük Birliği’nde. Ayrıca Türkiye bugüne kadar Almanya’nın avantajlı olduğu asimetrik bir ilişki içindeydi. Bugün ise mülteci anlaşması ile elini güçlendirdi.

MUHALEFETİ DE ELEŞTİRDİ

Açıkçası muhalefete de eleştiride bulunmak gerekiyor. CHP referandumda kendi seçmenini bloke eden bir davranış içine girdi. HDP ise yıllar önce çok önemli taktiksel bir hata yaptı. HDP’nin o dönemdeki lideri Selahattin Demirtaş seçimlerde “Sizin asla başkan olmanıza izin vermeyeceğiz” dedi.

“SONUÇLARI KABUL ETMEZSE…”

Bakın hâlâ Avrupa Konseyi gözlemcilerini geri çekmedi. AKP şu anda taktiksel davranıyor ve zaman kazanmak istiyor. Erdoğan seçim sonuçlarını kabul etmezse ekonomide çok ciddi bir sarsıntı da meydana gelebilir. Erdoğan’ın fanatik bir siyasetçi olmadığına inanıyorum. Ama gücü elinde bulundurmayı seviyor. Bununla birlikte zeki bir politikacı olduğunu düşünüyorum ve sonuçları kabul edeceğini tahmin ediyorum. Seçim sonrası Türkiye’de yaşanan süreç çok yorucu ve Avrupa’dan da endişe ile izleniyor. Hukuki açıdan uygun olabilir ama politik açıdan ne yazık ki kesinlikle doğru değil. Zaman kazanmak istiyorlar ve uzun yıllardan bu yana ellerinde tutukları güce ortak istemiyorlar. Ancak yine de sonuçları kabul edecekler. Bir kaos yaşanacağına ise inanmıyorum. Diğer taraftan medyayı kontrolü altında tutan Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a da başkanlığına sıkı markaj uygulayacağını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Türkiye bu kutuplaşmadan bir an önce kurtulmalı. CHP ise rövanş alma hatasına düşmemeli. AKP 2008 sonrası rövanş almaya kalkarak büyük hata yaptı.”

HALKWEB – STUTTGART

Dr. Yaşar Aydın ile Türkiye-AB ilişkilerinde son duruma büyüteç

Siyaset ve sosyal bilimci, Hamburg Protestan Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi Dr. Yaşar Aydın, ATGB (Avrupa Türk Gazeteciler Birliği) ile ÇYDD Baden Württemberg (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Baden Württemberg) işbirliğince düzenlenen
“TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİNDE SON DURUM – Medyanın ilişkilerdeki rolü” başlıklı toplantının konuğu olacak.


ATGB II. Başkanı Atilla Azrak’ın moderasyonunu üstlendiği toplantı 5 Nisan 2019 Cuma akşamı 19.00’da başlayacak.
Rosenbergstraße 192 70193 Stuttgart adresindeki Paul-Gerhardt-Kirchengemeinde Stuttgart salonlarında gerçekleşecek toplantı hakkında ayrıntılı bilgi 0172 894 1881 ve 0179 1748136 numaralı telefonlardan alınabilir.

Stuttgart – atgb-press.eu

Almanya’dan basın kartları için Türkiye’ye çağrı

Federal Hükümet, Türk hükümetine ülkede çalışan yabancı gazetecilerin işini yapmalarının engellenmemesi çağrısında bulundu. Aralarında Almanların da olduğu birçok yabancı gazetecinin akreditasyonu henüz uzatılmadı.

Alman hükümeti, Türkiye’ye çağrı yaparak ülkedeki uluslararası basın mensuplarının çalışmalarının engellenmemesini talep etti. Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, Türkiye’deki bir grup Alman ve Avrupalı gazetecinin şu anda süresi dolan akreditasyonlarının uzatılmasını beklediklerini söylerken, Dışişleri Bakanlığından bir sözcü de, gelişmeleri “artan bir endişe ile” takip ettiklerini belirtti.

Basın özgürlüğünün “yüksek bir değer” olduğunu vurgulayan Seibert, gazeteciler için işlerini özgürce yapabilmenin şart olduğunu kaydetti. Sözcü, Federal Hükümet’in Türk hükümetiyle temasa geçerek Alman gazeteciler için bunun mümkün kılınmasına çaba sarf ettiğini açıkladı.

Alman hükümeti kaç Alman gazetecinin akreditasyonunun uzatılmasını beklediği konusunda bir bilgi vermedi. Süddeutsche Zeitung gazetesinin verdiği bir habere göre, Perşembe günü İstanbul’da yapılan AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’na bazı Alman gazeteciler alınmadı. Gazetenin haberine göre, yeni basın kartını alamadığı için toplantıya giremeyen gazeteciler arasında Süddeutsche Zeitung, Alman İkinci Televizyonu ZDF, Tagesspiegel gazetesi ve ARD Radyo’nun muhabirleri de bulunuyor.

AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’na alınmayan yabancı gazeteciler, toplantıyı buluşmanın gerçekleştiği Dolmabahçe Sarayı’ndaki bir televizyondan takip etmek zorunda kalmıştı.

Eleştirel gazetecilik, başvurunun reddine neden olamaz”

Ankara’nın onayıyla yıllık olarak dağıtılan basın kartları, yabancı basın mensuplarının Türkiye’de çalışabilmesi için resmi izin niteliği taşımanın yanı sıra Türkiye’de oturma izni için de ön koşullar arasında sayılıyor.

Federal Hükümet’in etkinliklerine veya Federal Meclis’e girerken gereken akreditasyonu alabilmek için Federal Basın Bürosu’na başvuran kişinin bir güvenlik kontrolünden geçtiğini ve gerçekten bir gazeteci olup olmadığının denetlendiğini kaydeden Alman hükümeti sözcüsü Seibert, hazırlanan röportajların içeriğinin belirleyici kriter olmadığını, eleştirel haberciliğin de, başvurunun reddine gerekçe olamayacağını vurguladı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü de, basın kartlarının verilmesinde yaşanan gecikmenin arkasında idari nedenlerin dışında gerekçeler olduğu takdirde, bunun “düşündürücü” olacağını belirtti.

epd/AÜ,ÖA

© Deutsche Welle Türkçe

Deniz Yücel: Bir gün yeniden Türkiye’de haber yapmak istiyorum

Türkiye’de bir yıl boyunca tutuklu kalan gazeteci Yücel, Die Welt’teki yazısında kendisine destek verenlere teşekkür etti. Gazeteci, yaşadıklarını anlattığı kitabını bitirdikten sonra mesleğine döneceğini belirtti.

Bir yıl önce Türkiye’de serbest bırakılan gazeteci Deniz Yücel, tutuklanışının yıl dönümünde Die Welt gazetesi için bir yazı kaleme aldı. Okuyucularına göstermiş oldukları destek için tekrar teşekkür eden Yücel, mektupta serbest bırakılmasından bu yana neler yaptığına da yer verdi.

Serbest bırakılmasının ardından yaşadıklarını anlattığı kitabı üzerinde çalıştığını belirten Yücel,  “böylece hayatımın bu evresiyle vedalaşmak istiyorum” dedi.

Kitabı tamamladıktan sonra gazeteci olarak tekrar haber yapmaya devam etmek istediğini dile getiren Yücel “belki dünyanın başka bir yerinden belki de, serbest bırakılışımın, temel hak ihlalleri konusunda bir iyileşme işareti olmadığı Türkiye’den” ifadesini kullandı.

Serbest bırakıldıktan sonraki aylarda ağır hasta olan babasının yanında geçirdiğini paylaşan Yücel “kolay olmadı ama en azından yanındaydım. Tutsaklığımın birkaç ay daha uzun sürmesi durumunda yaşanabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum” dedi.

Hakkında “terör örgütü propagandası” yapmak ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarından açılan dava devam eden Deniz Yücel, 14 Şubat 2017’den, 16 Şubat 2018’e kadar Silivri cezaevinde kalmıştı.

16 Şubat’ta tahliyesine karar verilen Yücel, hakkında yurt dışına çıkış yasağı olmaması nedeniyle Türkiye’den ayrlmıştı. Yücel’in hakkında iddianame hazırlanmadan aylarca tutuklu kalması uluslararası tepkilere ve Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin gerilmesine yol açmıştı. Yücel’in İstanbul’da yargılandığı davanın bir sonraki duruşması 11 Nisan’da.

DW,dpa/MY,GA

© Deutsche Welle Türkçe

Türk hükümeti Alman gazetecilere basın kartı vermeyi reddetti

Alman İkinci Televizyonu ZDF’in İstanbul bürosu şefi ve Tagesspiegel gazetesinin muhabiri artık Türkiye’de çalışamayacak. Basın mensuplarının akreditasyonlarının uzatılmama sebebi henüz bilinmiyor.

Bir süredir ülkede çalışan bir grup uluslararası basın mensubunun süresi dolan akreditasyonunu uzatmadığı için eleştirilere hedef olan Türk hükümetinin, iki Alman gazeteciye basın kartı vermeyi reddettiği öğrenildi. Alman İkinci Televizyonu ZDF’in İstanbul bürosu şefi Jörg Brase ve Tagesspiegel gazetesinin Türkiye muhabirlerinden Thomas Seibert’in 2019 yılı için yaptıkları basın kartı başvurusunun kabul edilmediği bildirildi. Ret kararının gerekçesi henüz bilinmiyor. Gazetecilere gelen mailde sadece 2019 yılı için basın kartının uzatılması talebiyle yaptıkları başvurunun kabul edilmediği belirtiliyor. ZDF Genel Yayın Yönetmen Vekili Bettina Schausten kararı değerlendirirken “sadece üzücü değil, aynı zamanda kesinlikle anlaşılmaz” ifadesini kullandı. Türkiye’nin bu adımıyla ZDF’in ülkeden haber geçmesini imkansız kıldığını belirten Schausten, “ZDF karara itiraz edecek, umarız Türk yetkililer kararlarını tekrar gözden geçirir.” dedi. Schausten, Alman Dışişleri Bakanlığı ile yakın temasta olduklarını aktardı. 57 yaşındaki Jörg Brase, Ocak 2018’den bu yana ZDF’in İstanbul bürosunun şefliğini üstleniyor.

22 yıldır aralıksız İstanbul’dan haber geçiyor

Thomas Seibert ise 1997 yılından bu yana aralıksız olarak, Tagesspiegel gazetesinin Türkiye’deki iki muhabirinden biri. Gazetenin diğer muhabiri, aynı şekilde 22 yıldır aralıksız olarak Türkiye’den haber geçen Susanne Güsten’in de hâlâ basın kartının uzatılması için yaptığı başvuruya cevap beklediği bildiriliyor.

Ankara’nın onayıyla yıllık olarak dağıtılan basın kartları, yabancı basın mensuplarının Türkiye’de çalışabilmesi için resmi izin niteliği taşımanın yanı sıra Türkiye’de oturma izni için de ön koşullar arasında sayılıyor. Ancak Türkiye’de görev yapan yabancı gazetecilerin yanı sıra Alman basın mensuplarının neredeyse yarısının basın kartları, sürelerinin dolmasının üzerinden iki ay geçmesine rağmen yenilenmedi.

Alman hükümeti ve Sınır Tanımayan Gazeteciler’den çağrı

Son olarak bazı Alman gazeteciler yeni basın kartını alamadığı için, Perşembe günü İstanbul’da yapılan AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’na alınmamış, bugün Alman hükümeti, Türkiye’ye çağrı yaparak ülkedeki uluslararası basın mensuplarının çalışmalarının engellenmemesini talep etmişti. Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, Türkiye’deki bir grup Alman ve Avrupalı gazetecinin şu anda süresi dolan akreditasyonlarının uzatılmasını beklediklerini söylerken, Dışişleri Bakanlığından bir sözcü de, gelişmeleri “artan bir endişe ile” takip ettiklerini belirtmişti.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü de, Türk hükümetine ülkedeki uluslararası basın mensuplarının işlerini engellememe ve süresi dolan akreditasyonları uzatma çağrısı yapmıştı. RSF’ten yapılan açıklamada, gazetecilerin görevini yapmasının engellendiği ve bunun “bağımsız yabancı kaynakların haber yapmasını sınırlandırmak amacıyla” yapıldığı öne sürülmüştü.

dpa, DW/AÜ,ÖA

© Deutsche Welle Türkçe