‘Durum iç karartıcı!’

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Çalık Türk Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celal ile Alman Börsenblatt dergisi için Türk yayın sektörü üzerine konuştu:

http://www.boersenblatt.net/artikel-interview_mit_metin_cel__l__praesident_des_tuerkischen_verlegerverbands.1246010.html

 

 

 

Telif hakkı tartışmasında anlaşmaya varıldı

Almanya’da uzun yıllardan bu yana devam eden YouTube“ ile ilgili telif hakkı tartışmalarında anlaşmaya varıldı. Buna göre Alman kullanıcılar, Almanya’nın telif hakları grubu Gema’ya bağlı sanatçıların eserlerini de YouTube’dan izleyebilecekler.
Video paylaşım platformu YouTube ile Gema arasında 2009 yılından bu yana süren hukuk mücadeleisnde nihai karar alınırken, sözkonusu karara göre Gema üyesi sanatçılar YouTube’da izlenen her video için telif ücreti alabilecekler.
Anlaşmazlığın uzun sürmesindeki ana neden ise, YouTube izlenen videolara alınan ilanlarla telif ücretinin ödenmesini önerirken, Gema ise her izlenen videodan telif ücreti alınmasını talep ediyordu.
Şu ana kadar kararla ilgili ayrıntılı bilgi verilmezken, Almanya’daki kullanıcıların YouTube’da istedikleri videoyu herhangi bir hukuki uyarı yazısı ile karşılaşmadan rahatsızlıkla izleyebilecek olmaları sevinçle karşılandı.

Televizyon kanallarının yerini „App“ler mi alacak?

Klasik televizyonculuk tarih olmak üzereyken, İnternet televizyonculuğu son yılların en gözde sektörlerinden biri haline geldi.
Apple’ın Ceo’su Tim Cook 2015 yılında yeni bir devrimin müjdesini vermişti: Geleceğin televizyon kanalları „App“ler!
Cook televizyonların kurulduğundan bu yana yerinde saydığını ve izleyicilere 50 yıldan beri sadece kanallar tarafından sunulan programları seyretmekten başka bir şans bırakılmadığına işaret ederek, „Doğrusal televizyon sona erdi. Cep telefonu dünyasında geçtiğimiz yıllarda büyük değişiklik olduysa şimdi sırada televizyonlar var. Akıllı telefonlarda olduğu gibi televizyonlarda da sayısız App olacak. Bunlar sadece oyun ya da hava durumu uygulamaları değil aynı zaman da teelvizyon kanalları olarak karşımıza çıkacak“ dedi.
Buna göre SVoD (Subscription-Video-on-Demand) sunucuları „App“lere binlerce film yükleyebilecekler.
Seyirciler aylık ücret karşılığında istediklerini istedikleri saatte izleyebilecekler.
Netflix, Hulu, Apple TV gibi platformlar, kullanıcılarının mobil olarak, canları istediğinde ve istedikleri programı seçerek TV seyretme olanağı sağladığı için, şimdiden tercih sebebi.

Yeni çağ televizyonculuğun devleri: Netflix, HBO, Amazon
Önümüzdeki birkaç yıl içinde 3 ya da 4 dev kuruluş pastayı aralarında bölüşecek.
Netflix, Amazon ve HBO başta gelen isimler arasında yer alıyor.
Geleneksel televizyonlar klasik izlenme oranlarını hesaplarken, SVoD ile sunucuları bir programı kaç kişinin izlediğini, her seyirci ne zaman ve nerede ne kadar süre programı izlediğini de saptayabilecekler. Yani her bir izleyicinin zevkini tam olarak analiz edip, tam da ona göre biçilmiş teklifler sunabilecek.

Geleneksel televizyonun birkaç yıl ömrü kaldı
Bu durumda ARD, ZDF, RTL ve Sat 1 gibi kanallara ne olacak?
Uzmanlar bu kanalların daha birkaç sene dayanabileceklerine dikkat çekerek 3 ila 49 yaş grubunun internet televizyonculuğunu tercih ederken, 50 yaş üzerinin geleneksel televizyon kullanmaya devam ettiğini de bildiriyorlar.
İçerik o kadar sığ ki artık ona „ütü televizyon“ deniyor
İnternet televizyonculuğunda sunulan programların geleneksel televizyonculuğa nazaran çok daha derinlikli, çok daha detaylı ve zengin içerikli olduğunu da vurgulayarak, günümüz klasik televizyonlarının sunduğu programların yüzeyselliği nedeniyle özellikle kadın izleyicilerin seyrederken bir yandan da ütü yaptıkları için geleneksel televizyonlara „Ütü Televizyonları“ dendiğine de işaret ediyorlar.
Geleneksel televizyonculuğun tamamen öldüğünü söylemek mümkün değil ancak ciddi bir dönüşümün eşiğinde olduğumuz da görülüyor. 1885’te kurulan ve TV yayıncılığının her aşamasına şahitlik eden AT&T şirketi 93 yaşındaki Warner Bros’u 85,4 milyar dolara satın aldığını duyurdu. Anlaşma, Time Warner’ın borçları da dâhil olunca 108,7 milyar dolara çıkmış olacak.
Time Warner, son yıllarda Game of Thrones gibi büyük çapta hayranlık kazanan yapımların yer aldığı HBO ve CNN televizyonunun da sahibi aynı zamanda ve dijitalleşmenin başlatılabileceği ‘doğru adres’. Böylece asırlık iki şirket, günceli yakalayabilmek üzere güçlerini birleştirmiş oluyor.

Erdoğan ‘basın düşmanları’ listesinde

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün “Basın Özgürlüğünün Düşmanları” listesinde bu yıl Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da yer aldı.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) hazırladığı “Basın Özgürlüğünün Düşmanları” listesinde ilk kez Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da yer aldı.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Almanya Temsilcisi Christian Mihr, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın, Türkiye’deki medya kuruluşlarının kapatılması ve gazetecilerin gözaltına alınmasından “sorumlu olduğu için” bu listeye dahil edildiğini söyledi.
Örgütün verilerine göre, Türkiye’de şu an en az 130 gazeteci hapiste bulunuyor, 140 medya kuruluşu ise kapatıldı. Mihr, Türkiye’de bağımsız medyaya yönelik “baskıcı yöntemlerin” darbe girişiminden önce uygulanmaya başlandığını söyledi. Deutsche Welle Türkçe’den Jülide Danışman’ın haberine göre “Geçen yıl haziran ayında yapılan ve sonuçları Erdoğan’ın istediği gibi olmayan seçimlerin bu uygulamada bir dönüm noktası olduğunu düşünüyoruz” şeklinde konuşan Mihr, o dönemden beri “baskının arttığını” gözlemlediklerini söyledi. Mihr, darbe girişiminin ardından ise bağımsız ve eleştirel medyaya yönelik baskının belirgin bir şekilde çoğaldığını dile getirdi. Mihr, bu liste hazırlanırken 15 Temmuz öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmelerin dikkate alındığını belirtti.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Almanya Temsilcisi Christian Mihr, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın medyaya baskı uygulamak için “kapatma ve gazetecileri gözaltına alma” yöntemlerini uyguladığına dikkati çekti. “Gülen hareketine yakın olan ve yakın olduğu öne sürülen, Kürtlere ait olan ve Kürt yanlısı olduğu iddia edilen medya kanallarının sistematik olarak kapatıldığını” belirten Mihr, bu gruplardan birine yakın olmakla suçlanan gazetecilerin ise gözaltına alındığını söyledi. Bunların sonucunda da gazetecilerin “gözünün korktuğunu” belirten Mihr, gazetecilerin “kendine kendine sansür uyguladığını” gözlemlediklerini dile getirdi.
Mihr, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonu “bağımsız gazeteciliğin kalan son kalesine yapılan bir saldırı” olarak değerlendirdi. Mihr, geçen hafta Türkiye’deki temasları çerçevesinde Cumhuriyet gazetesini de ziyaret ettiğini ve yapılan baskın ve gözaltı haberleri karşısında büyük üzüntü duyduğunu dile getirdi.Listenin belirlenmesindeki kriterler
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün yayınladığı “Basın Özgürlüğünün Düşmanları” listesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte toplam 35 devlet ve hükümet başkanı, siyasi grup ve organize suç çetesi yer alıyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Küba Devlet Başkanı Raul Castro, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev gibi isimlerin yanı sıra Somalili radikal İslamcı Eş Şebab, Taliban gibi örgütler daha önceki yıllarda da bu listeye dahil edilmişti. Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz, Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi, Yemen’deki Husi isyancıları, IŞİD ise listede yerini alan yeni isimler arasında bulunuyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Almanya Temsilcisi Mihr, liste ile “basın özgürlüğü alanındaki ihlâllerden sorumlu olan kişilere dikkat çekmek istediklerini” söyledi. “Basın özgürlüğünün düşmanları kavramının bilinçli bir şekilde seçilmiş bir provokasyon” olduğunu vurgulayan Mihr, ancak bu listede yer alan bütün isimlerin benzer yöntemleri kullanarak “basın özgürlüğüne ve bağımsız gazeteciliğe” karşı bir tutum izlediklerini kaydetti.
“Basın Özgürlüğünün Düşmanları” listesindeki isimler arasında bir sıralama yapılmıyor. Mihr, bu liste belirlenirken bu ülkelerde çok sayıda gazetecinin öldürülmesi, gazetecilere karşı işlenen suçların cezasız kalması, yasal düzenlemeler ile basının kısıtlanması, gazetecilerin gözaltına alınması gibi kriterleri göz önünde bulundurduklarını belirtti.
Amaç baskı oluşturmak
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Almanya Temsilcisi Mihr, bu listede adı geçen devlet ve hükümet başkanları üzerinde belirli bir “baskı” yaratmak istediklerini ve onları “kızdırmayı” hedeflediklerini söyledi. Mihr, bu şekilde bu ülkelerde basın özgürlüğü için mücadele edenlere destek olmayı istediklerini de sözlerine ekledi. Mihr bu liste ile ayrıca Almanya gibi ülkelere bilgi sunmayı ve böylelikle bu isimlerle olan ilişkilerinde kendilerini baskı altında hissetmelerini hedeflediklerini ifade etti.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün “Basın Özgürlüğünün Düşmanları” listesi son olarak 2013 yılında güncellenmişti.
Örgüt, “Basın Özgürlüğünün Düşmanları” listesini 2 Kasım Gazetecilere Karşı İşlenen Suçların Cezasız Kalmasının Önlenmesi Günü’nde açıkladı. Birleşmiş Milletlerden gazetecilere yönelik suçların engellenmesi için özel bir temsilci görevlendirmesini talep eden Örgüt, bu çerçevede bir kampanya başlattı.

Can Dündar’dan Alman hükümetine sitem

Cumhuriyet Gazetesi’nin eski genel yayın yönetmeni Can Dündar, Cumhuriyet operasyonu sonrası Alman hükümetinin tepkisinin çok zayıf kaldığı eleştirisinde bulundu.
Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre Cumhuriyet Gazetesi’nin eski genel yayın yönetmeni Can Dündar, Alman hükümetinin gazete çalışanlarının gözaltına alınmasına verdiği tepkiyi eleştirdi.
Die Welt gazetesine konuşan Dündar, “Alman hükümetinin tepkisi gerçekten zayıftı. Bu, ABD gibi Türkiye’nin diğer Batılı ortakları için de geçerli” şeklinde konuştu.
“Endişeli olmak bize yardımcı olmuyor”
Dündar, açıklamasında, “Berlin, tutuklama dalgalarını bir kez bile kınamadı. Avrupa hükümetlerinden, Türkiye’deki demokrasi için açık, cesur bir sinyal bekliyorum” dedi. Avrupalıların yıllardan bu yana “sürekli endişeli” olduğunu vurgulayan Dündar, “Endişeli olmak biz Türk gazetecilere yardımcı olmuyor” şeklinde konuştu.
Dündar ayrıca Avrupa’yı Erdoğan’ın politikalarına karşı büyük bir anlayış göstermemeleri konusunda da uyardı.
Dündar, “Pek çok Avrupa hükümeti, Erdoğan yönetimi altında en azından istikrarlı bir Türkiye olduğunu düşünüyor, ancak Türkiye’yi kaybediyoruz. Ülkenin AB üyelik müzakereleri de kesilmemeli. İzolasyon Erdoğan için değil, Türkiye için bir ceza olur” dedi.
Hükümetin açıklaması
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ile birlikte gazete çalışanı ve yazarı 15 kişi pazartesi günü gözaltına alınmıştı. Başbakan Angela Merkel’in sözcüsü Steffen Seibert, gözaltılarla ilgili yaptığı açıklamada demokrasiler için basın özgürlüğünün önemini vurgulamış ve endişe duyduklarını dile getirmişti

Erdoğan’a şiirli hakaret davası başladı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Alman komedyen Jan Böhmermann’ın şiirinin yasaklanması talebiyle açtığı davanın ilk duruşması Hamburg Eyalet Mahkemesi’nde başladı.
Duruşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı avukatı Michael-Hubertus von Sprenger temsil etti. Komedyen Jan Böhmermann duruşmaya katılmazken yerine avukatı Chritian Schertz hazır bulundu.
Böhmermann, 31 Mart’ta Almanya’nın ZDF televizyon kanalında yayınlanan “ZDF Neo Royal” programında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret içeren şiir okumuş, komedyenin Alman Ceza Kanunu’nun 103. Maddesi uyarınca yargılanması için Türkiye, Almanya’ya nota vermişti.
Hamburg Eyalet Mahkemesi daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsen yaptığı başvuru üzerine komedyen Jan Böhmermann’ın okuduğu şiirin bazı bölümleri hakkında ihtiyati tedbir kararı almıştı.
Ayrıca Böhmermann hakkında  yapılan suç duyurusuyla ilgili soruşturma yürüten Mainz Savcılığı geçen ay takipsizlik kararı vermiş, Erdoğan’ın avukatının takipsizlik kararına itirazı da kabul edilmemişti.

BASIN BİLDİRİSİ

Medyaya darbe, Türk halkına da vurulmuş bir darbedir

Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik bir operasyonla bu kurumun birçok yönetici ve yazarının gözaltına alınmasını, Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) olarak protesto ediyoruz. Medyaya yönelik baskılarda yeni bir aşamaya girdiğimiz anlaşılıyor.
Her gün bir yenisine tanık olduğumuz bu “arsız iştahı” esefle kınıyoruz.
Türkiye’de parlamenter demokrasi özellikle 15 Temmuz sonrası yerle bir ediliyor. Sıranın basın özgürlüğüne geldiği, son Cumhuriyet operasyonuyla ayan beyan ortadadır. Medya ve ifade özgürlüğü artık açıkça ayaklar altındadır. Bu noktadan bir geri dönüş olmayacağı anlaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir büyük felaket içinde debelendiği açıkça ifade edilmelidir.
Türkiye’deki cumhuriyet düşüncesinden sonra, laik cumhuriyet rejimiyle yaşıt Cumhuriyet gibi bir gazetenin de böyle bir operasyonla tasfiye sürecine sokulması tesadüf değildir. Baskıcı ve gerici politikaların doğal sonucudur. Bunu sineye çekemeyiz. Gazetenin hasta ve yaşlı yazarlarına yönelik acımasız gözaltı ve tutuklamalar, sadece aydınlara değil tüm T.C. yurttaşlarına bu tür faşist uygulamalara karşı direnme hakkı vermektedir.
Avrupa kamuoyunu olan biten hakkında ayrıntılı ve doğru bilgilendirmek, bu saatten sonra biz Türkiye kökenli ve Avrupa’da yerleşik gazeteciler için en önemli görevdir.

Terör bahanesiyle, terörün yanından bile geçmemiş, hatta ömürleri terörle mücadele içinde geçmiş gazeteciler ve kurumlarının yerle bir edilmesi, Türkiye’deki rejimin gerçek niteliğini açığa çıkarmıştır. Türkiye’de Ohal kapsamında basın-yayın organlarının kapatılması ile 2 bin 500’ü aşkın bir “işsiz gazeteciler ordusu” yaratılmış, çok sesli medyanın üzerine neredeyse ölü toprağı serpilmiştir. Bu süreci, ATGB’ye bağlı gazeteciler olarak büyük bir kaygı ile izlemekteyiz.
İktidara muhalif seslerin susturulmasını demokrasiye vurulmuş bir darbe olarak nitelendiriyoruz. Bu yoldan derhal geri dönülmeli, terörle hiçbir ilişkisi olmayan Cumhuriyet mensubu arkadaşlarımız serbest bırakılmalı, eğer mutlaka gerekiyorsa, yargı sürecinde de tutuklamalardan vazgeçilmelidir.
Bu çerçevede yarın Berlin Büyükelçiliği önünde ATGB’nin basın açıklamasını okumaya ve Büyükelçilik binası önüne Alman meslektaşlarımızla birlikte siyah çelenk bırakmaya hazırlanıyoruz.
Tüm gazeteci dostlarımızı bu faşizan uygulamalara karşı çıkmaya çağırıyoruz.
Gerekirse Türkiye’deki meslektaşlarımızla Avrupa’da yeni bir medya yapılanması yolunda işbirliği ve dayanışma ile ilgili yeni kanallar/dergi/gazete kurma önerimizi de burada yineliyoruz.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Yönetim Kurulu

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İHLALİNE KARŞI HEYKELLİ PROTESTO

Almanya’da yaşayan ünlü Türk heykeltraş Doğan Demir, Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü ihlallerine Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmek için“Özgürlük Heykeli“ projesi ile birçok kentte eylem yapacak.
Bugüne dek sıra dışı yapıtlarıyla dikkatleri üzerine çeken ünlü heykeltıraş Doğan Demir Türkiye’deki tutuklu gazeteciler, yazarlar ve sanatçılarla dayanışmak amacıyla start vereceği eyleme Stuttgart kentinde başlayacak.

dogan-demir2

Kentin Schlossplatz Meydanı’nda 22 Ekim Cumartesi günü saat 13’ten 19’a kadar, mermer bir bloktan fikir ve ifade özgürlüğünü simgeleyen bir heykel yontacak olan Doğan Demir, eylemine Köln, Zürih gibi çeşitli Avrupa kentlerinde sürdürecek.
Eylemin finali Brüksel’de Avrupa Parlamentosu önünde gerçekleşecek.
Konuya ilişkin gazetemize bir açıklamada bulunan Türk heykeltraş Doğan Demir
„Muhalefetin ve muhalif basının üzerinde ağır bir baskı ve yıldırma politikası uygulanmakta, bu amaçla gazeteciler, yazarlar ve akademisyenler uyduruk ve akıldışı suçlamalarla, keyfi biçimde tutuklanmaktadır. Halen iki yüzün üzerinde gazeteci, yazar ve akademisyen bu nedenle cezaevlerindedir.
Türkiye’de KHK’ların arkasına sığınarak her türlü muhalif sesi susturmaya çalışmaktadır.
Halen yüzden fazla gazeteci hiçbir dayanağı olmayan suçlamalarla tutukludur. Uzun süren ve bir türlü sonuçlan(dırıl)mayan mahkemelerle, tutukluluk fiilen cezaya dönüşmekte, verilen cezalar ise iddia edilen suçlarla uyuşmayacak kadar ağır olmaktadır. Amaçları bu şekilde muhalif gazetecileri korkutup sindirmektir.

Halen Türkiye’nin önde gelen ve kitapları çok sayıda dile çevrilmiş yazarları Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler tutuklu bulunmaktadır.

dogan-demir1

Pek çok Kürt kanaat önderi ve fikir insanı terör örgütü üyeliği, teröre yardım ve yataklık gibi ağır suçlamalarla tutukludur. Oysa bu insanlar Kürt ve Türk halkları arasında barışçı çözümü ve ortak yaşamı savunmaktadırlar.

Bir sanatçı olarak, tutuklu gazeteciler, yazarlar ve fikir insanlarıyla dayanışma amacıyla 22 ekim cumartesi günü, saat 13’ten 19’a kadar, mermer bir bloktan fikir ve ifade özgürlüğünü simgeleyen bir heykel yontacağım.

Bu ilk performansı başka şehirlerde tekrarlayıp, finali Brüksel’de Avrupa Parlamentosu önünde yaparak sonuçlandıracağım.“

15 TEMMUZ SONRASI TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

Almanya merkezli yayın yapan Türkçe haber sitesi Avrupa Postası „15 Temmuz Sonrası Türkiye Nereye Gidiyor?“ konulu bir tartışma toplantısı düzenliyor.
afis-son-sekli

Hamburg Üniversitesi „Rechtshaus Hörsaal“ anfisinde 22 Ekim’de gerçekleşecek toplantıya Cemaat yapılanmalarıyla ilgili ‘İmamın Ordusu’, ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda’, ‘Pusu Devletin Sahipleri’ kitaplarının yazarı gazeteci Ahmet Şık, ODATV davası kapsamında tutuklu yargılanan OdaTv Haber Müdürü Barış Terkoğlu ve Birlik’90 / Yeşiller Federal Meclis E. Milletvekili Memet Kılıç konuşmacı olarak katılacak.
Saat 17’de başlayacak olan panel hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenlerin 0152-578 55 757 numaralı telefona başvurabilecekleri belirtildi.

Can Dündar ile birlikte Leipzig Basın Özgürlüğü ve Medyanın Geleceği Ödülü’ne layık görülen gazeteci Erdem Gül, Türkiye’de basının durumunu DW Türkçe’den Meltem Karagöz’e anlattı.
Gül’e göre gerçekleri yazmak bedel ödemek demek.
DW Türkçe: Gazeteci Can Dündar ile birlikte uluslararası alanda pek çok ödül aldınız. Bu ödüller arasında “Leipzig Basın Özgürlüğü ve Medyanın Geleceği Ödülü” de var. Ödülle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Erdem Gül: Öncelikle yarınki ödül törenine ben katılamayacağım. Çünkü Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından olağanüstü hal (OHAL) ilan edildi ve OHAL süresince de -neredeyse üçüncü ayına yaklaşıyor darbe girişiminin ardından yeni girdiğimiz süreç- sekiz adet Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı. Bu KHK’lar doğrultusunda Türkiye’de “bizim gibi devlet aleyhine işlenmiş suçlardan soruşturmaları bulunanların” pasaportlarını iptal ettiler. Mahkeme kararına dayanmadan, tamamen idari bir işlem olarak. O nedenle ödül törenine katılamıyorum. Ama ödül törenine ilişkin şunu söyleyebilirim: Türkiye’de zaten 15 Temmuz darbe girişiminin öncesinde de geriye doğru bir gidiş vardı, örneğin Türkiye’nin hala üyelik görüşmelerinin sürdüğü Avrupa Birliği’nin temel kriterleri dediğimiz; özgürlük, demokrasi, düşünce ve ifadeyi yayma serbestîsi konusunda büyük sıkıntılar yaşanmaktaydı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bu sıkıntılar daha da arttı. Türkiye’de gazetecilik, ifade özgürlüğü, ifadeyi yayma özgürlüğü en zor zamanlarından geçiyor. Bize verilen ödülü de Türkiye’de düşünce ve ifade yayma özgürlüğünü genişletme çabası ve bu çabayı sürdürürken uğradığımız baskılarla dayanışma çerçevesinde algılıyorum. Tabiî ki her gazeteci gibi, yaptığımız ve manşet olduğumuz bir haberden dolayı bu ödülü almak isterdik ama öyle görünüyor ki haber nedeniyle uğradığımız üç aylık cezaevi sürecimiz var, onunla bir dayanışma olduğunu gösteriyor.
DW Türkçe: Özellikle 15 Temmuz’dan beri yaşanan gelişmeler Türkiye’de gazetecilerin işini daha da zorlaştırdı. Şu an nasıl bir ortamda çalışıyorsunuz? 
Gül: Bu söyleşiyi yapmamızdan iki gün önce daha yeni, aralarında İMC TV’nin de olduğu bazı radyoların da olduğu Hayat TV’nin de olduğu 10’un üzerinde radyo ve televizyon hiçbir mahkeme kararı olmaksızın idari kararlarla kapatıldı, mühürlendi. Şu an cezaevinde 15 Temmuz öncesinden de başlayarak ama 15 Temmuz sonrasında sayıları artan bir biçimde 100’ün üzerinde gazeteci arkadaşımız var. Bunların ağırlıkla hapiste oluşlarının, tutuklu oluşlarının nedeni yazdıkları, çizdikleri. Bunun dışında ellerine silah alma gibi deliller yok, sadece yazmaları çizmeleri, dolayısıyla gazetecilik için büyük bedel ödemeyi göze almak gerekiyor bu günlerde. Bu sadece büyük olağanüstü haberleri yazmak değil, sadece olanı biteni yazmak bile zor görünüyor Türkiye koşullarında. Çünkü medyanın büyük bir kısmı kendi liglerinden. Oto sansür de uyguluyorlar. İktidarın istemediği ya da hoş görmediği gerçekler yazılıp çizilemiyor. Dolayısıyla benim söyleyebileceğim sadece günlük gerçekleri bile yazabilmek Türkiye’de büyük bedel ödemeyi gerektiriyor.
DW Türkçe: Peki, basına yönelik bu müdahaleler nereye varacak? 
Gül: Örneğin dün de Resmi Gazete’de yine hükümetin idari bir kararı yayınlandı. Bu karara göre, medyada çalışanlar hakkında örneğin herhangi biri ya da kaç tanesiyse, terör örgütleriyle ilintili bir dava açılması halinde onları işten atma zorunluluğu getiriyor. Eğer atmazlarsa devletin gazetelere verdiği ilanlardan mahrum bırakılacaklar. Bir yandan zaten OHAL ve özgürlük zemininin git gide daralması gibi bir sorun yaşarken öbür yandan bu kararla ekonomik olarak da büyük bir baskı altına alınmış oluyor medya. Türkiye’de belki günlük hayat yaşanıyor ama ifade özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü ve bu haberi dile getirme özgürlüğü gitgide lüks hale geldi diyebilirim.
DW Türkçe: Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara tepkiler de var. Sizce bu kısıtlamalara yönelik tepkiler karşılık buluyor mu? Hükümet bu tepkileri ne derece dikkate alıyor?
Gül: Şöyle bir durum var: Türkiye’de darbe girişimine mecliste bulunan dört partinin dördü de yani muhalefet partileri de 15 Temmuz gecesi meclise giderek darbeye karşı duruş gerçekleştirdiler. Dört parti ortak imza attı. Daha sonra Cumhurbaşkanı’nın çağrısı üzerine Yenikapı Mitingi oldu. Bu Yenikapı mitingine CHP ve MHP liderleri de katıldı. O günden sonra Türkiye’de “Yenikapı Ruhu” diye bir şeyden de söz ediliyor. Özellikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu açık bir biçimde oluşan mağduriyetleri sadece darbeyle mücadele yaparken, başka kesimleri de, darbeyle hiç ilgisi olmayan hükümete muhalif kesimlerin de baskı altına alındığını açık biçimde dile getiriyor. Ama şu ana kadar hükümetten bu yönde, bu mağduriyetlerin giderilmesi yolunda bir adım atılacağına dair bir işaret gelmedi. Tersine, “evet adaletli davranacağız” şeklinde demeçler görüyoruz ama bunun darbeyle hiç ilgisi olmayan kesimlerin işlerinden atılmasını ya da tutuklanıp gözaltına alınmasını düzeltici bir hamle şu ana kadar görmedik.
DW Türkçe: Siz uzun yıllardan beri Ankara’da siyaseti yakından izliyorsunuz. Milli Görüş’ün yükselişiyle Refah Partisi, ardından Fazilet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) de yakından takip ettiniz. Sizce Gülen yanlıları AKP içinde nasıl güçlendi?
Gül: Yaşadığımız ve edindiğimiz bilgiler gösteriyor ki, AKP’nin birkaç dönemi var. Birincisi AKP 2002, 2003’te iktidara geldiğinde, kendi ajandasında, kendi partisinin öncelikleri yerine Türkiye’nin demokratikleşme ve AB hedefini öne geçirdi ve bu doğrultuda adımlarını attı öncelikle. Dört beş yıl hatta daha fazla böyle gitti ve toplumda ve hükümete karşı ciddi bir çatışma olmadı. Ancak 2010’a doğru iktidarın gitgide AB hedefinden uzaklaşması, demokratikleşmeyi artık öncelikli bir çalışma olarak görmemeye başlaması sırasında da iktidar içinde de ilk çatışmalar meydana gelmeye başladı. Sonraki gelişmelerde biz gördük ki, iktidar tam bu dönemden itibaren Fethullahçılara devletin güvenlik bürokrasisini, yargıyı biraz teslim etmiş gibi bir görüntü ortaya çıktı. Hatırlayalım; büyük büyük davalar oldu, Ergenokon, başka davalar… Şimdi bunlar sıkça tartışılıyor. Sonra devlet içindeki bu işbirliği 17 Aralık’taki, 2013 sonundaki, dört bakanın görevden ayrılmak zorunda kalmasına neden olan yolsuzluk operasyonuyla sona erdi.
DW Türkçe: MİT TIR’ları davasından yargılandınız, “devletin gizli belgelerini yayınlamaktan” ceza aldınız. Bu davanın Ankara için anlamı ne? 
Gül: Biz üç ay hapiste kaldık. Hakkımızda başlangıçta hakkımızda ömür boyu hapis istemli davalar açıldı daha sonra bunların bir kısmı düştü ama sizin de söylediğiniz gibi son duruşmada “devletin gizli kalması gereken belgelerini yayınlamaktan” hapis cezası verildi bize. Gazeteci olarak benim açımdan durum çok net. Birincisi, Türkiye’nin bir Suriye politikası vardı ve şimdi biz bunun zaten sonuçlarını yaşıyoruz Türkiye olarak. Çok uzun süreden beri yaşıyoruz ama bugünlerde daha sıcak yaşıyoruz. Türkiye çünkü Suriye’nin -az da olsa bir kısmında- Suriyeli muhalif güçleri destekleyerek kendi askeri gücüyle oralarda yer alıyor. Ama esas olarak o haberleri yaptığımız dönemde Türkiye’de büyük katliamlar olmaya başlamıştı. Diyarbakır’da HDP mitingine saldırı olmuştu. IŞİD’in Türkiye’ye yönelik canlı bomba eylemleriyle katliamlar olmaya başlamıştı. Bizim haber yaparken tek kastımız Türkiye’nin bu Suriye bataklığına çekilmemesi ve Suriye’ye benzer görüntülerin meydana gelmemesi için ortada silahlar insan hayatına zarar verici silahlar, silahlanmalar varsa yasadışı, bütün bunları dile getirmekti. Dolayısıyla gazeteci gibi davrandık. Ve bizim yargılanmamız Türkiye’de de kabul ediliyor ki gazeteciliğin yargılanması oldu.
DW Türkçe: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Gül: Halkın mutlaka en kötü koşullarda bile halkın bilgilenmesi, kendi yaşamına ilişkin kararlar hakkında, devletin aldığı kararlar ya da güç sahiplerinin aldığı kararlar hakkında bilgi edinmesi gerekiyor. Bunun için de medya organlarına ihtiyaç var. Bizim yeni baştan, bu haklar çok gerilemiş durumda, halkın haber almasını sağlayacak bir medya ortamını yeniden kazanmamız gerekiyor. Bunun için de Türkiye’deki ifade özgürlüğünü savunanların çok büyük desteğe ihtiyacı var.