Bu yılın sorusu yaz aylarında, piyasanın içinden ve resmen doğrulanmayan Türkçe gazetelerin satış rakamlarıyla ortaya çıkmıştı: Bu gazeteler ne zaman tamamen ortadan çekilecek?

Bayi satışları yerlerde sürünen, abone diye bir şeyi ise neredeyse tanımayan günlük Türk gazeteleri bitiyordu. Sadece bu değil…
Sadece bu değil, çünkü bazı paralel gelişmeler de vardı. Nitekim yaz aylarında Heidelberg Eğitim Bilimleri Yüksek Okulu bünyesinde ve Prof. Dr. Havva Engin danışmanlığında hazırlanan bir araştırma, acı gerçeği bir başka yüzüyle ortaya çıkardı: Türkçe, özelllikle Almanya’daki üçüncü ve dördüncü kuşak Türkiye kökenli insanlarda resmen kaybolmaya yüz tutuyordu. Ancak bu hiç öyle beklenmedik, gökten üzerimize düşmüş bir şey değildi. Bu doğrultuda ciddi göstergeler yıllar içinde birikmişti. Örneğin, medyada.
typografie_g

Her geçen gün biraz daha ölen bir sektörle karşı karşıyayız. Yaklaşık 5.5 milyon Türkiye kökenli, yani Türkçe kullanabilen insanın yaşadığı Batı Avrupa’da, günlük Türkçe gazeteler fiilen ve ekonomik gerekçeler temel alındığında, çoktan beridir bitmiş durumda. Türkçeli milyonların ilgisizliği burada bir rol oynuyor olabilir belki, ama tek neden bu mu?
Türkçe günlük gazetelerin, daha doğrusu ikisi hariç tüm çok satışlı “markaların”, Avrupa’dan çekilmesi ve bu iki markanın da çekilme yolunda olması, okurlardan çok bu markaların, yani egemenlerinin yaratıp hak ettiği bir sonuçtur. Kendi düşen ağlamaz. Hürriyet’in kimilerince efsane sahibi Erol Simavi’nin, 1990’larda o dönem Hürriyet’i İstanbul’dan yöneten Ertuğ Karakullukçu’ya, elbette kazandırdığı paralar nedeniyle, “heykeli dikilecek adam” gözüyle baktığı, hatta kimilerine göre aynen böyle söylediği, herkesin bildiği bir sırdı. Karakullukçu orta sınıflara özgü korkunç bir aşağılık kompleksini Türkçe işleyerek zincirlerinden boşanmış bir kara Türkçülük eşliğinde, hem Avrupa’daki Türkçeli toplumun bölünmesine hizmet ediyor hem de bu arada kendisinin sosyal demokrat ve hatta gerçek Atatürkçü olduğu propagandasını gazeteciler arasında yaymayı ihmal etmeden piyasa kızıştırıyor, böylece gazetenin satışını yükseltebiliyordu. Türkçe konuşan yeni Avrupalı milyonları dinci ve saldırgan milliyetçi bir cendereye alıp iyice çürütmeyi başardılar.
Medya teknolojisindeki atılımların kapıda hazır beklediği ama henüz piyasaya egemen olmadığı yıllardı. Ertuğ Karakullukçu, patronlarına, Hürriyet üzerinden uzun süre Simavi’ye, daha sonra da Aydın Doğan’a iyi paralar kazandırdı. Tabii kendisi de “umur gördü”. Hep birlikte altın yumurtlayan tavuğu kesiyorlardı aslında. Nitekim deniz, bir on yıl içinde bitiverdi. 1990’larda günlük net satışı 100 binlere bile ulaşan, çok değil bundan 15 yıl önce bazı günler 60-70 bin gazete satabilen Hürriyet, bugün artık neredeyse okurlarının yüzde 90’ını, hatta yüzde 95’ini, kaybetmiş durumdadır. Diğer gazetelerin ise zaten bir önemi bulunmuyor. Sadece siyasi gerekçelerle bayilerde “bayrak gösterdikleri” söylenebilir; tek anlamları bu.
Bütün bunların başlı başına bir gösterge olduğunu söyleme hakkımız var. Özellikle de Türkiye kökenli nüfusun aralıksız arttığı bir coğrafyada.
Neden?

YALANDAN GAZETECİ Mİ ÖLMÜŞ!

aypa-20160908_1819Önce güncel rakamlara bakalım. Bunlar piyasa içi özel bilgiler, ama resmen “belgelenmesi” elbette mümkün değil. Simgesel anlamları nedeniyle yoğun bir yanlış, hatta resmen yalan bilgi operasyonlarına konu oldukları söylenebilir. Örneğin, piyasada ticari hiçbir anlam ve önemi bulunmayan Sabah’ın, Almanya’da her gün 60 bin okura ulaştığı “bilgisi” Focus dergisine gazete yöneticilerince verilebiliyor ve bu “serbest atış” o dergide yayımlanabiliyor. Bunun artık abartıyı çok aşan bir operasyon olduğu ortada.
Gerçek başka yerde.
Avrupa Kültür’ün piyasa aktörlerinden derlediği ve burada yer verdiği operasyonel bilgiler, doğruya çok daha yakınlar: 2016 yılı yaz aylarında Avrupa’daki Hürriyet’in bayi satışları 6 bin civarındaydı. Sabah’ın ve Sözcü’nün satış rakamlarının ise yaz aylarında 2 binlerde kaldığı biliniyor. Diğer iki gazete Özgür Politika ile Aydınlık ise 1000-1500 satış bandında, ticari olmanın dışında tamamen siyasi nedenlerle varlıklarını sürdürüyorlar. Her gün, iyice dar bir çevrede yine 5 ayrı Türkçe gazete bazı bayilerde görülebiliyor. Avrupa’daki bayilere 2000’lerin ilk yarısında 11-12 Türkçe gazete dağıtılıyordu.
Piyasadaki 5 Türkçe günlük gazetenin son satış rakamlarının, okul tatilinin bitmesiyle, yani eylülden sonra Türkiye’den dönecek tatilcilerin sayesinde belki yüzde 10’luk bir artış göstermesi bekleniyor. Ama felaket yine de ortada: Türkçe konuşan 5.5 milyonluk bir topluluk, günlük Türkçe gazetelere hiçbir ilgi göstermiyor. Nüfus artmış, hatta adeta patlamış, ama Almanya merkezli ve Avrupalı Türkçelilere dayalı “marka gazeteler” resmen ölmüştür. Türkçenin de ölmesi kimseyi şaşırtmayacaktır. Burada, suçun Türkçe konuşan insanlarda aranması kolaycılık olur. Her ne olursa olsun, gerçek şu: Avrupa’da yaşayan Türkçeli bir halk grubu böyle bir yayıncılığa ve hormonlu markalarına ilgi göstermiyor. Günlük gazeteleri yaşatmıyor. Alerjik bir hal bu. Soru da orada: Neden?

ACI ARAŞTIRMA: BİTİYORUZ!

Bu noktaya tekrar dönmek üzere, şimdi Prof. Dr. Havva Engin’in araştırmasına geçebiliriz. Heidelberg Üniversitesi bünyesinde faaliyetlerini sürdüren Göç Araştırmaları ve Kültürler Arası Pedagoji Merkezi Müdürü Prof. Dr. Engin, yaz ortasında, 2013-2014 öğretim yılında hazırlanan bir araştırmanın dramatik sonuçlarına dikkat çekti. Baden-Württemberg eyaletinin Baden bölgesinde Türk Dili ve Kültürü dersine devam eden öğrenciler arasında yapılan dil kullanma alışkanlıklarıyla ilgili anket çalışması, Türkçenin hızla gerilediğini ortaya çıkarmıştı.

aypa-20160908_1829

Araştırma, anne ve babasıyla sadece Türkçe konuşan çocukların oranında yarı yarıya düşüş saptarken, kardeşler arasında iletişim dilinin artık Almanca olduğunu saptıyordu. 6 bin 125 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre, öğrencilerin yüzde 27.8’i ailede sadece Türkçe konuşuyor, yüzde 7.9’luk bir kesim de sadece Almanca kullanıyordu. Araştırmanın altını çizdiği başka sonuçlar da vardı: Öğrencilerin yüzde 56’sı anneleriyle, yüzde 49.7’si de babalarıyla sadece Türkçe konuşuyordu. Öğrenciler evde yüzde 83.5 oranla en çok büyükanne ve büyükbabalarıyla Türkçe konuşuyor, öğrencilerin yüzde 51.5’u kardeşleriyle iletişimde sadece Almanca kullanıyordu. Kardeşler arasında hem Almanca hem de Türkçe kullanan öğrenci oranı yüzde 22.6 idi. Aralarında sadece Türkçe konuşan kardeşlerin oranı ise yüzde 16.1’e kadar gerilemişti.
Bu verilerden çeşitli sonuçlar çıkarmak mümkün oldu. Bunlardan herhalde en önemlisi, Türk öğrencilerin yarısının “Türkçesine güvenmediğini” bildirmesi. Özellikle üçüncü kuşak dediğimiz Türkiye kökenli gençlerde ve öğrencilerde yüzde 85.4’lük bir kesim Almanca bilgisinin iyi olduğu görüşünde. İkinci kuşakta bu oran yüzde 77.8 ile biraz daha geride.
Halen Alman okullarında 500 bin Türkiye kökenli öğrenci olduğunu hatırlatan eğitim uzmanları, Türkçenin İngilizce ve Fransa ile birlikte müfredata alınmasını talep ediyor. Durumun diğer Avrupa ülkelerinde daha farklı olmadığı da biliniyor. İşte Prof. Engin, yeterli ilginin gösterilmemesi durumunda Türkçenin Almanya’da orta vadede unutulan diller arasına gireceğinden emin. Havva Engin “İki dillilik büyük bir zenginlik. Almanya’da insanlar en az iki dili günlük hayatta kullanıyor. Türkçenin de okullarda ikinci veya üçüncü yabancı dil statüsü kazanması gerekir” görüşünü savunuyor.
Bu iki bilgi birleştirilerek akıl yürütülebilir. Ama bazı eklemeler yaparak: Türkçe konuşulan ailelerin çocukları, Prof. Dr. Havva Engin ve çalışma arkadaşlarını hazırladığı rapora göre ilginç gerilemelere sahne oluyor. Bunların yüzde 92’si Almanya doğumlu. Hemen hemen hepsi okul öncesi eğitim almış. Yani Almancayı neredeyse bebek yaşta öğrenmeye başlamışlar. Yüzde 67’si Türkçe ve Türk kültürü derslerine severek devam ediyor. Yüzde 57.9’u ailede iki dili de kullanıyor. Yarıdan fazlası anne ve babasıyla Türkçe konuşuyor. Kardeşler arasında Almanca kullanımı ise katılımcıların yarısından fazla. Havva Engin, eğer okulda Türkçe dersleri müfredata alınmazsa, bu eğilimin kısa sürede Türkçenin silinmesiyle sonuçlanacağı noktasında ısrarlı.

gazete_ucan

ÖLMEYE YATAN BİR SEKTÖR

Böylece gelinmesi gereken noktaya geldik. Türkçe, daha doğrusu “ana akım” medya, Avrupa’nın yerleşik büyük dilleriyle entelektüel düzlemde boy ölçüşebilecek bir kalibre gösteremiyor. Neden? Türkçe günlük gazetelerden böyle kolayca vazgeçilmesini, bu sektörün ölmeye yatmasını, okurların ilgisizliği ile açıklamak doğru değildir. O tür ilgisizliklerden bir temel neden çıkmaz. Ama bir şey çok açık: Türkçe “marka gazeteler” Avrupa’daki Türkçeli insanların ilgisini çekmiyor ve bu ana akım medyada sözcüğün derin ve geniş anlamında gazeteci de yetişmiyor.
Avrupa’da bayilerdeki toplam günlük Türkçe gazete satışı 10 bini biraz, o da belki, geçiyor. Ancak 5.5 milyon civarında Türkçe konuşan bir topluluğun yaşadığı coğrafyadayız. Adı geçen yayınların internet sitelerine, genç kuşağın görece biraz daha fazla ilgi gösterdiğini düşünebiliriz. Elbette o sitelerde günün anlamını taşıyacak derinlikte haberler arandığı kuşkuludur.
Tekrar: 1990’ların ortasında, aynı coğrafyada ve daha az sayıda Türkçeli insan varken, günlük Türkçe gazete satışı 170 bin ile 200 bin arasındaydı. 2000’lerde de bir ara 11 gazetenin Avrupa’daki gazete bayilerine dağıtıldığı biliniyor. İşin kolayına kaçmak isteyen, bu eşine az rastlanan gerilemeyi hemen internet ve televizyona bağlayabilir. Türk “marka gazeteleri”, sessiz film döneminde müzik yapan piyanistlerin sesli sinemanın yaygınlaşmasıyla sokağa atılmasına benzeyen bir kaderi yaşıyor.
Mesele çok başka aslında: Neredeyse yarım asırdır yayımlanan ana akım gazetelerde, gerçekten haber niteliği olan, araştırılıp bulunmuş, daha doğrusu üretilmiş, okur nezdinde kendisini vazgeçilmez kılan, skandal nitelikli herhangi bir haberi hatırlayan var mı? En fazla iki sermaye grubunu, özellikle de Erol Simavi ve takipçisi yayın grubunu ihya etmenin, yani iyi para kazandırmanın dışında, acaba tek bir “Bravo!” denilecek, Türkiye kökenli ve yerleşik Avrupalıları yerinden zıplatacak, hükümetleri hop oturtup hop kaldıracak, insanları şaşkınlığa sürükleyecek, zenginleştirecek, siyasal ve ekonomik iktidarları sarsan bir haber görüldü mü? Günü kurtardıkları kesin. Ama ötesi var mıydı? O zaman böyle bir basının, özellikle günlük gazetelerin ardından kimsenin ağlamayacak olması, son derece doğal. Kendi dilinden ve özgün sorunlarından vazgeçişi yaratan ve hızlandıran gazetelere, bir noktadan sonra o insanların sırt çevirmesi olağan bir gelişmedir.
Sorun içerikte. İçerik deyince de, açıklanan görüşlerin doğruluğunda veya milliyetçi/dinci duyguların kışkırtılmasında değil. Habercilik çok eksik; orada.

TEKNOLOJİK SIÇRAMA

Oysa dijital teknoloji, iyi içerikleri, iyi haberleri artık bu coğrafyanın her köşesine aynı anda taşıyabiliyor. Üretim aşaması, baskı ve dağıtım yoğun maliyet kalemlerini içermiyor. Yeni teknolojiyle, herhangi bir içerik hiçbir dağıtım engeliyle karşılaşmıyor. Bilgisayar veya akıllı telefonlar üzerinden internetle bağlantısı olan her yerde, bu içeriğe ulaşmak mümkün. Sorun, yaratıcı içerikte demek ki. Yerleşik medyada olmayan ise tam da bu. Kültür endüstrisi, önünde ana akım medyanın yürüdüğü baştan sona bir yalan dünyadır artık.
Oraya geldik. Türkçe ana akım medya sermaye gruplarının, hükümetlerle cilveleşmekten başını alıp herhangi bir “gerçek haber” üretmesi mümkün değildir. Bu, galiba artık ana akımın ve büyük markaların tanımı olmuştur: Mevcut sistemin ve patron katlarının bir parçasıdırlar. Dolayısıyla gerçekliği doğru okuyacak ve yansıtacak bir enerji içermemektedirler. Bu, Avrupa’daki Türkçe gazeteler için çok daha fazla böyledir. Ajanslardan ve Türkiye’deki merkezden gelen haberler, yorumlar, dokunulmaz tabular halinde tehlikesiz ve renksiz içeriği oluşturmakta, bu da Avrupa’daki Türkçelileri hiç ilgilendirmemektedir. Teknik ve görsel bir düzeyleri vardır, bu doğru. Ama Avrupa’daki Türkçenin, çift dilli insanların ikinci dili olduğu gerçeği de kendini zorla hissettirmektedir. Türkçeliler, sahnedeki bu bayağılığı daha fazla sineye çekmek zorunda olmadıklarını düşünmeye başladılar. Özellikle ikinci ve üçüncü kuşak sonrasında…
Türkçe okuyanlar artık ana akım medyayı parasızken bile izlemiyor, neden bir de üste para verip “paralarıyla rezil olsunlar” ki?

LAİK “BURKA”: TÜRK GAZETELERİ

Tarihsel işlevlerine bakınca, bugün daha rahat söyleyebiliyoruz: Bir tür “burka” oldular.
Gerçekten de Türkçe gazeteler bir tür “burka” oldular Türkçe okuyanlar için. Kadını böylesine, üstelik aydınlanmanın beşiği sayılan bir coğrafya olan Avrupa’da tamamen kapatılmasını kabul edemeyenlerin, “Avrupa kültürünün temeli tehdit altındadır” saptamasını buraya çekebiliriz. Türkçe gazeteler, Türkiye kökenli insanların dünyayla doğru bir ilişki kurmasını, sorular sormasını ve diğer kültürlerle eşdeğer bir alışveriş içine girmesini sağlamıyor, tersine onu bu tür ilişkilerin dışına çekiyordu. Zaten bir şok içindeki insanlarımızda büyük bir aşağılık kompleksi yaratıyor, onları kendi içlerine kapatıyordu. İslamcılığın buradaki Türkiye kökenli toplumda verimli bir toprak bulması biraz da bu “marka medyanın” marifetidir.
Druck

Avrupa’da yaşayan ama kökleri Türkiye’de bulunan bulunan bir kültür çevresi, bir halk grubu, tam bir “kasaba zihniyetinin” zincirleri içinde sömürüldü ve birilerini ihya etti. Zorlama yoktu elbette, Türk toplumu buna hazırdı, ama sonuç acımasız oldu.
Birinci kuşak okurlar Erol Simavi’yi, onu izleyen yarım kuşak da Simavi’nin devamcısı bir yayın grubunu zengin etti. Sonraki kuşaklardaysa bu ilişki tamamen koptu. İkinci ve üçüncü kuşak Türkiye kökenli insanlar, kısa sürede bu çemberi taşımayacak kadar -başta Almanca olmak üzere- Avrupa dillerine hâkim oldular. Türk gazetelerinin ölümünü, biraz da çift dilli ve dünyayı bir başka dilden kolayca ve hatta daha rahat izleyen insanlar hızlandırdı. Türkçe biliyorlardı, ama bu Türk medyasından uzak durmayı tercih ediyorlardı. O medyanın, o Türkçe gazetelerin çizdiği dünyaya çok yabancıydılar. Üstelik rahatsız edici buluyorlardı. Tedirgindiler.

AÇIK KAPI: YEREL MEDYA

Ancak insanlarımız bazı kapıları açık bıraktılar. Örneğin özellikle Almanya ve Avusturya’da bütün acemilikleriyle yerel parasız Türkçe gazetelere, hatta internetteki bölgesel haber sitelerine büyük ilgi gösterdiler. Bu ilginin hiç gerilemeden, hatta yer yer artarak sürdüğü gözleniyor. Ankara’daki siyasi iktidarın 2016’da yerel Türkçe medyayı tamamen hizaya getirmek için Avrupa’da Ankara üzerinden ve büyükelçilikler desteğiyle yürüttüğü çalışmalar (“yemleme turları”), sözü geçen sektörün önemine bir başka kanıt kabul edilebilir. Yerel Türk gazetelerindeki patlamaya bir de bu açıdan bakmak doğru olacaktır. Bir iletişim ağı yine de var, ama Türkler topluluk içi iletişimlerinde ana akım Türk gazetelerini kullanmıyorlar.
Son dönemde Avrupa’da çeşitli medya kurumlarında kendisine söz verilen Türkçe kökenli medyatörlerin, önceki kuşaktan çok daha akıcı bir Almanca, Fransızca, Flamanca, İngilizce vs. kullandığı doğrudur. Ama bu genç insanların kendilerine empoze edilen ve kendilerinden beklenen her şeyi sorgusuz sualsiz kabullendiği, örneğin içinden çıktıkları Türkiye’yi ve cumhuriyet rejimini başından sonuna kadar bir “anomali” olarak gördükleri, zaten o nedenle önlerinin açıldığı da doğrudur.
Türkçenin direnç göstermeyen, kültürsüzlüğe kapaklanan, entelektüel hiçbir sorgulama üretmeyen “kasaba medyası”, Avrupa’da bütün bayağılığıyla çökmüştür. Yerleşik günlük Türkçe gazetelerin bu sonuna fazla üzülmek, aydın kimliğinin ve Türkçenin kurtuluş içeren diğer yüzünün inkârı anlamına gelir. Bunlara “Toprağı bol olsun!” demek ve yeni yollar aramak tek çıkar yol gibi görünüyor. Onların yaptıklarını reddetmek ve yapmadıkları gerçekleştirmek, bir yeni medya sektörü doğurabilir.
Alışılmış Türkçe günlük gazeteler artık tarihe karıştı. Varlıklarını koruyanlar, bir biçimde destekle ayakta duranlar. Kitlesel bir talebin konusu değiller. Bunların nasıl gelişebileceğini sormak çok yanlış bir yerden çok yanlış bir soru sormaktır.
Artık yeni bir çağa girmiş bulunuyoruz. Medyası da herhalde yeni olacaktır.

FRANKFURT – Osman ÇUTSAY

 www.avrupa-kultur.eu

FOTO: AYPA

İLLÜSTRASYON: Ömer YAPRAKKIRAN